Arama Sonuçları
Boş arama ile 32 sonuç bulundu
- İYİ NİYETLİ OLMAK NE İŞE YARAR?
Evet, nedir iyi niyet? Bence hayatın en büyük püf noktası. Hepimiz biliyoruz ki Allah, bizi yarattıktan sonra verdiği akıl ile doğruyu bulmamızı istemiş. Bunu verdiği cüz'i iarede ile bizden yapabileceğimizi belirtmiş. Bu bir tekliftir. Asla zorlama yoktur ister uygularsın ister uygulamazsın. Kendimizi bulmamız gerekiyorsa eğer, bir yerlerde bir şeyler gizli olmalı. Sadece düşünenlerin bulacağı türden! İnsanoğlu herhangi bir başarı elde edince tek başına kendisi yaptığını zanneder. Oysa öyle değildir. İnsan başarılı olsun diye pek çok yasa devreye girer. Şükür yasası, inanç yasası, iyi niyet yasası. Bunu en iyi asansör metaforu ile anlatıyorum. Bir asansör düşünün, pek çok mühendislik çalışmaları ile tasarlayıp insanın hizmetine sunulmuş. Bir kişi asansöre binip 3.kata çıkmak için sadece tuşa basar. 3. kata çıkmayı başaran kişi sadece kendi başarısı olarak görebilir mi? Arkasında nasıl bir mühendislik olduğunu bilmediği asansörün sadece tuşuna basmıştır. İşte hayat da böyledir, ulaşmak istediğini düşünmen, istemen, iyi niyetini muhafaza etmen, şükretmen gerekiyor. Ne alaka, çalışmadan olmaz sadece istemek yetmez diyen grubu duyar gibiyim. İşte bunu diyorsan zaten tam olarak istemiyorsun demektir. İyi niyet tohumlarının arasına şüphe tohumu ekenler, neden onun var da benim yok diyenlerdir. Buna %100 garanti verebilirim. Birde, ben istiyorum istiyorum ama olmuyor diyenler var. Bunun için de telefon mesaj metaforu iyi bir örnek oluyor... Birisine mesaj atıp atıp cevap alamıyorsan, belki de karşı taraf seni engellemiştir ya da senin telefonun çekmiyordur. Yada gönder butonuna basmamışsındır. İyi niyet, öyle bir anda oluşan bir tavır değildir. İyi niyet üzerinde çalışılması gereken uzun soluklu bir duruştur. Katıksız bir iyi niyet varsa, ancak o zaman insan her istediğine ulaşabilir. Dünyanın en zengin insanlarına sorun, sıfırdan veya babadan kalma zenginliklerinin özünde mutlaka şüphe duymamaları vardır. Bir gün zenginliklerini kaybedeceklerini düşünmezler. Onlar sistemi bilinçli veya bilinçsiz olarak çalıştırmış insanlardır. Allah’ın nimetleri sınırsızdır eğer onları dağıtmakta tutumlu davranıyorsa, biz istemeyi bilmiyoruz demektir. Kainatın kusursuz sistemine güvenmek, inanmak, şükretmek ve bunları iyi niyet parantezine almak gerekiyor. Sonrada bak bakalım nasıl bir sihirbaza dönüşüyorsun. Dilediğin her şeyi sen dilersin o da sadece ol der. Oluverir. Olmazsa daha iyisi olur. Hala güvenmiyor musun? O zaman ya sen engelledin, yada o…yada iyi niyetin çekmiyordur. Sen en iyisi bir açıp kapat. Olmazsa format at.. (Not : Sitemin çalışmış olması sizin cennetlik olduğunuzu göstermez. o çok başka bir konudur ... )
- Şeytanın En Büyük Hilesi, Bakış Açımızı Sabit Tutmaktır
Evet, bugün sizin hayatta çok farklı bir insan olma yolunda biraz düşündürecek bir bakış açısına sevk edeceğim. Fotoğrafa bakalım. Eyfel kulesinden küçük olmasına rağmen, çekim açısından dolayı elin daha büyük olduğu görünüyor. Ama biz biliyoruz ki kule daha büyüktür. İşte tıpkı bu fotoğraftaki gibi biz de bazen bakış açımızın azametine uğrayabiliriz. Özellikle çevremizdeki insanların hatalı davranışlarını gözümüzün tam önüne koyup oradan da o insanların iyi taraflarına bakmaya çalışırsak göreceğimiz şey işte bunun gibi bir görüntü olur. Hata gözümüzün önünde kocaman , iyi taraflarda minicik. Hani duymuşsunuzdur, o kadar iyi davrandım ne istese elimden geleni yaptım , bir gün istediğini yapmadım ben kötü oldum. Yada 40 gün sırtında taşı birgün indir senden kötüsü yoktur. Çoğumuzun maruz kaldığı bu durumun kök sebebi de işte budur. Şeytan her zaman bize kendi tarafımızdan baktırdığı gibi, bize yapılan bir yanlışla yapılan onca iyiliği çöpe atmamıza neden olur. Burada her iki insan da kaybederken, kazanan şeytan olur. Bazı şeyler insanların sadece gözünde büyüktür. Gözünüze o kadar güvenmeyin. Pek çok farklı açıdan da olaylara durumlara bakmayı alışkanlık edininin. Şimdi bu resim ile diğer bir konuyu da izah edelim. Bazı insanların kendini büyük görmesi diğer insanları küçük görmesinin nedeni de yine bu fotoğrafla açıklanabilir. Sadece kendi tarafından çekilmiş bu fotoğrafla kendini Eyfel kulesinden büyük gören adam, diğerleri tarafından nasıl göründüğünü bilemez. İşte bu cahil kalmak ve empati yeteneği geliştirmemekle açıklanır. Bir de işin içinde şeytan olduğunu unutmamak lazım. Şeytan bize her zaman haklı ve mükemmel olduğumuzu pompalar. Nerede hatasını samimiyetle ve ama olmadan ( yaptım ama şundan veya bundan demeden )bahanesiz kabul edebilen bir insan görürünseniz ona saygı duyun, çünkü hem farklı bakış açılarını görebiliyor hem de nefsi ile mücadele edebiliyor demektir.
- BİR ANNENİN OĞLUNA HİTABESİ
Herkese tekrar merhaba... Kısa bir aradan sonra yine birlikteyiz. Biliyorsunuz bundan 10 sene önce oğlum için başucu şiiri yazmıştım. Beğendiğinize dair çok geri bildirim aldım, herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Oğlum için, hayatta karar verme aşamasında, dönüp danışacağı bir yazı bırakmak niyetiyle kaleme alınmış bu şiiri şimdi sizlerle de paylaşmak istedim. Eğer bir anne veya baba iseniz, evlatlarınıza söylediğinizi veya bir evlatsanız anne babanızdan duyduğunuzu hayal ettiğiniz sözler olsun sizin için de... Sevgiyle kalın... Bir Annenin Oğluna Hitabesi; Karşındakini ve olayları suçlamak sana hiçbir zaman fayda etmez, Bilir misin? Aynı olayda herkes kendi payına düşenden imtihan olur. Ve Allah, kullarını en güçlü olduklarını düşündükleri yerden sınar, Ta ki insan, büyük güç karşında aciz olduğunu anlayana kadar, Bu yüzden insan, sadece kendi kısır döngüsünü, kendisi sonlandırabilir, İnsanlar çok uzun yıllar başına gelenlere isyan ederler, Neden ben? Aslında neden SENSİNDİR… Soruları dışarıya değil, içeriye sormaya başladığında Cevap bulamadığın sorulara onlarca cevap alacaksın… Ve eğer tepkilerini değiştirirsen, sahnenin de değiştiğini göreceksin, Yeni yollar dene, düşünerek çözüm bul, Olmadı mı? yine dene, sonsuz çareler var, Asla çaresiz olduğunu düşünme, Çare senin içinde, insan unutan ve hatırlayandır. İnsan her şeyi bilir, sadece unutturulmuştur, Dışarıya sorarak unuttuğun bir şeyi tam olarak hatırlayamazsın, Kendine sorarsan hatırlarsın, çarelerin hepsi içerde, korkma Nasıl ki elmanın çekirdeğinde, gelecekte olacak binlerce elma gizliyse, Senin de içinde binlerce düşünce çekirdeği var. Önemli olan çekirdeği ekecek, sakinliği ve teslimiyeti yakalaman… Bazen denemekten yorulduğun zamanlar olabilir, İşte o zaman, düşünme zamanıdır, boşluğu yakala, Bırak deneme hevesinin enerjisi, düşünme enerjisine aksın, Düşünmeden yaptığımız her şey çok yıpratır çünkü, Dünya bir okul, dene, yanıl, onlarca hatan ve başarıların olacak, Düşeceksin, kalkacaksın, Deneyeceksin, sınırsız hakkın olacak, Ama süren sınırlı, aynı hatayı yaparak ilerleyemezsin, Hata olduğu herkesçe bilinenleri tecrübe etmene gerek yok, Zaman kaybetme, süren yetmezse hedefe uzak kalırsın, Ne geçmişle boğuş, ne de geleceği kovala, Ama hiçbir şey için geç değil, endişelenme, Herkesin kervana sonradan katılma hakkı vardır, Devam et, sadece düşünmek için dur, Ama sık sık düşün, zaman ayır kendinle buluşmaya, Dünya okulunda insanlığının altını dolduracaksın, Çok güvenme aklına, bulduğun yolları uygularken de hata yapabilirsin, Ama başa dönüp tutkuyla, tecrübeni aklına arkadaş yapıp yeniden deneyeceksin, Belki alışkanlıkların hemen değişmeyecek, Bu hayatta önce kendine tolerans göster, önce kendine merhamet et, Hatalarını altında ezilme sakın, kendinden vazgeçme, Hatalarından bir merdiven yapıp, hedefine basamak basamak ilerle, Hataların olmasaydı basacak bir zeminin olmazdı, Eğer bir durumda, sen şöyle yapmasaydın, ben de böyle yapmazdım diyorsan, İşte tam da orada, bir kısır döngüdesin demektir. Demek ki, senin davranışlarını başkalarının davranışları belirliyor, Sen, başkalarının seçiminde akıp gidiyorsundur fark et. Su gibi ol, güneş gibi ol, öyle bir yerde dur ki… Davranışların başkalarına göre değişmesin, herkese aynı ol…. Kimseyi aciz görüp ezme, üstün görüp ezilme… İnsan düşünürse hatırlar, düşünebilmek demek zaten bildiğini hatırlamaktır, Hatırladığın kadar insansın ve hatırladığın kadar kendinle barışıksın. Eğer kendinle barışıksan, tüm insanlarla, doğayla, alemle barışıksın. İnsanın yolculuğu, unutmak ile hatırlamak, cehalet ile bilmek arasındadır, Ve insan ancak bilgiye ulaştıkça ehlileşir. Ehlileştikçe kendi özüne, Allah’a yaklaşır. Dünya bilmeyenlerin vahşetiyle, bilenlerin marifeti arasındadır. Bu durumda en büyük seçim ya unuttuğunu hatırlamak ya da hatırlamamaktır. İnsan en çok yargıladığı şeyden imtihan olur, Etraf bir ayna ve çevren senin davranışlarını aynalar, Sonra da aynada gördüklerin senin rahatsız ederse eğer, Bil ki senden ötürüdür. İşte o zaman düşünme zamanıdır, boşluğu yakala, Bırak yargılama hevesinin enerjisi, düşünme enerjisine aksın, Hani bilirsin, sokak köpekleri yoldan geçenlere amaçsızca havlar, Sakın sen de amaçsızca tekrar eden davranışlar seçme, Ve pek tabi, amaçsız insanlardan sakın etkilenme, geç ve git, Hayat, sadece bir seçim yapma sanatıdır, Ve dünya senin seçimlerinin hizmetkarıdır, Sen seçersin, kader seçimlerini uygular, Kaderini beğenmiyorsan, seçimlerini değiştir. Her durumda mükemmel seçimler gizlidir. Hayat katıldığın binlerce satranç oturumu gibidir, Her oturumda farklı katılımcılar vardır, Hazır metotları biliyor olman seni iyi bir oyuncu yapmaz, Ancak metotları bilip aklını ortaya koyanlar kazanır, Satrançta skor da tutulmaz, Taşlarını kaybetsen de kazanabilirsin. Her insana, ayrı ve eşsiz yazılım ile donanımlar yüklenmiştir. Kimi güçlü imkanlarla, zayıf bir bilişle, Kimi zayıf imkanlarla, güçlü bir bilişle, Ya da orta seviyede biliş ve imkanlarla, Kusurlarını sev, sahip olduklarına şükret. Kim neye uygunsa, taşıyabileceği kadar yüklenmiş, Bilemeyeceği, yerden imtihan edilemez. İnsan mutlaka bilir, ama önce bulması gerek. Sakın kendini, aciz görme, sakın kendini mükemmel sanma, İnsan olarak yaratılacak kadar değerliysen, aciz değilsin… Ve yaratılmışların en şereflisi insansa, sadece sen üstün değilsin… Eğer insana şah damarından daha yakın bir yerdeyse, Senin içinde kopan fırtınaları o da bilir, korkma, İnsanın içinde bir meclis, iyi taraf, kötü taraf, bir de insan, Bu durumda seni hiç yalnız bırakır mı? Onu bulmak istersen eğer, bir sen var içinde senden öte senden ziyade, Sadece sakinleş… Sessizce teslim ol… bırak ruhun aksın ait olduğu yere, Çünkü seni kendinden bir parça olarak yarattı… Su damlaları nasıl birleşirse, sen de ait olduğun bütünle öylece buluşursun. Ve sen, nasıl o bütünün bir parçasıysan, Diğer herkes de o bütünün bir parçası, İşte tam da bu yüzden, o bütünün tüm parçaları mükemmeldir. Sadece bazıları henüz doğru seçeneği deneyimlememiştir. Kendi seçimlerine odaklan, kimsenin seçiminden sen sorumlu değilsin. İnsanı bunaltan, üzen, pes ettiren tek bir neden vardır; Başkalarının davranışlarını, seçimlerini yönlendirmeye çalışmak, Oysaki, sadece kendinle ilgilenmeye başladığında ve doğru seçimler yaptıkça, Etraftaki herkesin doğru seçimlerine de vesile olacaksın... Düşün, sen kötülüğe yer bırakamayan bir seçim yaparsan, Karşındakilerinde kötülük gibi bir seçeneği olmayacak. İşte tam da bu yüzden, yaptığın iyilik başkasına değildir, kendinedir. Ve insanın, başkasına yaptığı her nasihat da kendi ihtiyacı olduğu içindir. O zaman neyi seslendiriyorsan, neyi eleştiriyorsan, işte ilk çalışman gereken dersler buralardadır. Şimdi söz ver, Sadece ve sadece kendimle ilgileneceğim, Kendi seçilerimi başkalarının seçimlerine yaslamadan yaşayacağım, Nefes aldığım sürece, sonsuz seçeneklerim var ve ben durup düşüneceğim. Geçmişte ve gelecekte yaşadığım her şeyin ihtiyacım olduğunu biliyorum ve şükrediyorum. Karşılattığım tüm darboğazlarda, hayallerime daha hızlı ulaştıracak kuponları bulacağım. Asla kendimden vazgeçmeyeceğim ne tepeden bakacağım ne de yerlerde sürüneceğim, Bütünün bir parçası olduğumu bilip, doğru seçimlerimle iyi olana vesile olacağım. İnsan olarak yaratıldıysam, hakkını vereceğim. Kendimle barışık olacağım. Kimsenin sahip olduklarına odaklanmadan, kendi sahip olduklarımla seçimlerimi yapacağım. Hayat bir seçim yapma sanatıysa, ben de iyi bir sanatçı olacağım. Çünkü ben, en mükemmel sanatçının bir parçasıyım ve alemin gözbebeğiyim. İşte bu yüzden hayat çok güzel ve anlamlı… Hicran ARIKAN / 2011
- ESNEK OLMAK NE DEMEKTİR?
Kişisel gelişimcilerin moda sözü haline geldi neredeyse... Esnek olmak... Sizce ne demek? Doğru anladığımızdan emin olmak ihtiyacı ile konuyu gündemime almak istedim... Hadi gelin, biraz jargonda biraz da kültürlerde nasıl karşılık bulmuş, göz atalım. --Adam çok sabit fikirli, kesinlikle fikri değişmiyor. --Adam nato kafa nato mermer... --Resmen at gözlüğü takmış. Gerçekleri göremiyor. --Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol. ( Mevlana) -Bir görüşe ve inanca bağlılık ve taraftarlık insanın ruhuna işledi mi, kendi isteğine uygun düşen haberleri işitir işitmez hemen kabul eder. Bu temayül ve taraftarlık, insanın basiret gözünü örter. Tenkit ve tetkikte bulunmasını engeller. ( İbni Haldun ) --Doğruyu gördüğü halde düşüncelerini değiştirmeyenler, cahillikleriyle mutluymuş gibi yaşarlar. (Albert Einstein) --Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. (Mustafa Kemal Atatürk) --Sabit fikir sahibini hapseder . ( Nietzsche) Daha çok var arkadaşlar, bu konudan muzdarip olmuş pek çok düşünürün, siyasetçinin bilim adamının, bilgenin sözlerini sırlayabilirim. O kadar çok sıralarım ki buradan köye yol olur. Ama hepsinin özünde aynı tema var. Hatta işi ilerletip, sizi ikna etmek için bir hikaye de anlatayım diyorum. Fizik sınavına giren öğrenci ile hocası, öğrencinin fizik sınavında verdiği cevap konusunda anlaşmazlığa düşmüşler. Sınav sorusu nedir? Bizde bir bakalım derseniz... Buyurun geliyor.... “Bir binanın yüksekliğini, bir barometrenin yardımı ile nasıl bulursunuz?” Bizim çocuk; “Barometreye bir ip bağlar ve bina çatısından aşağı sarkıtırım, barometrenin yere değdiği noktada ipi ölçerim” demiş. Çok başarılı bir cevap gibi geliyor dimi? Ancak öğretmen cevabı beğenmemiş... Bu konu o kadar çok tartışma konusu olmuş ki bilirkişiye bile danışılmış. Bilirkişi, fizik hocasını haklı çıkarmak için, bizim çocuktan, bu soruyu başka bir cevap ile cevaplamasını istemiş. ( Nasıl olsa başka cevap veremez düşüncesi ile...) Bizim çocuk ; “Ama bir tek cevap yok ki pek çok yöntem var” demiş. Bizim çocuğu sahiplendiğimin farkındasınız sanırım :-) Yani ne yapayım? Düşünsenize çok üstüne gelmişler... Ne diyecek? bende merak ediyorum... Bilirkişi " Düşünebildiğin kadar cevap ver o zaman demiş." Ama vereceğin cevaptan fizik bildiğini anlayalım... Bizim çocuk, başlamış , 1) “Barometreyi çatıdan aşağı bırakırsınız ve bir kronometre ile kaç salisede yere çarptığını ) hesaplayıp x=0.5*a*t^^2 formülü ile yüksekliği bulursunuz” 2) “Güneşli bir günde barometreyi dik tutup gölgesini ölçersiniz ve sonra da binanın gölgesini ölçüp orantıyı barometrenin yüksekliği ile çarparsınız” 3) “Merdivenleri çıkarken duvar boyunca barometrenin yüksekliğini defalarca işaretleyerek çıkar ve işaret sayısı ile barometrenin yüksekliğini çarparsınız” 4) “Küçük bir ipe bağladığınız barometreyi önce yerde sonra da çatıda sallar, ipin uzunluğu ve sallanma periyodları arasındaki farklarla Newton’un g katsayısını hesaplar, iki g katsayısı arasındaki farktan binanın yüksekliğini hesaplayabileceğiniz oranı bulursunuz” Şimdi neden bizim çocuk dediğimi anlıyorum. Tebrikler evlat... Bunun sonunda, karşındakilere şöyle okkalı bir ders vermiş olmanı bekliyorum. Bizim çocuk, verdiği cevapların etkisi ile gülümseyerek demiş ki “Ama bence yapılacak en doğru şey kapıcıya gidip barometreyi hediye edip karşılığında binanın yüksekliğini söylemesini istemekten ibarettir." "Hep beraber gülmeye başlamışlar. " Burada bitti mi sizce bu hikaye? Elbette hayır. Bilirkişi bu sefer hayranlıkla sormuş bizim çocuğa, ( Bükemediğin bileği öpeceksin modu..) “ Peki, öğretmeninin senden beklediği cevabı da biliyor musun?” Bizim çocuk, cevabı yapıştırmış, “Evet, çatıda ve yerde hava basıncını ölçerek aradaki farktan hesaplamamız gerekiyor, yazmamı bekliyordu” Bilirkişi merakla, “Peki madem istenilen cevabı biliyordun, neden yazmadın? “ Bizim çocuk beklenen cevabı vermiş; “ÇÜNKÜ DAR KAFALILIKTAN BIKTIM” Evet bu hikayede mağdur edilen bizim çocuğun mutlu sonla, karşıdakileri neredeyse imha ettiğini okuduk ve "bizim çocuk" karakteri ile kendimizi özdeşleştirdiğimiz için hepimiz mutluyuz... Ama bazen kendi iç dünyamızda da biz "bilirkişi" olabiliyoruz... Karşımızdakinin "bizim çocuk" olduğunu fark etmeden geçip gidiyoruz... Nedir bu sabit fikirden çektiğimiz... Gelmiş geçmiş herkesin muzdarip olduğu günün sonunda da karşısında pes ettirdiği durum. Hani yumurta içerden kırılırsa hayat başlar, dışardan kırılırsa hayat biter gibi bir şeye benziyor dimi? Boş verin başkalarını ikna etmeyi, insan kendi kendini bile ikna etmekte hala zorlanıyor. Yumurta içinde yumurta var mübarek :) İçerden kırdıkça bakıyorsun, bir yumurta daha var :) Buraya kadar yazdıklarımı başkalarını ikna etme çalışması için yazmadığımı anladığınızı biliyorum. Zaten bunun boş bir çaba olduğunu tüm gelmiş geçmiş atalar söylemiş. Ben şimdi başka bir şey söylüyorum. İnsanın kendini ikna etmesi mümkün müdür? Kendimizi ikna edemiyorsak, uğraşmayacak mıyız? Hadi başkalarını boş verdik, kendimizi boş veremeyiz dimi? Ben de, kendim de aynı yumurtanın içindeyken üstelik. Hicran, dur yoksa hararet yapacak... Tamam derdimi anlattım... Birlikte düşünelim. Soru şu; Sabit fikirli olmaktan nasıl kurtulurum? başka bir bakış açısına geçmek için kendimde nasıl bir çalışma başlatabilirim? Standart cevapları gözden geçirelim ilk önce; 1 ) Dikkatinizi dağıtın, Aynı tarz düşünce döngüsüne girdiğiniz anda fark edin. Döngüden çıkınca yazılımı değiştirmek için bir kapı aralanacak. Sonuçta bilgisayar gibi çalışıyor bu beyin... Biz farklı bir yazılıma geçmek için önce döngüyü kırmamız gerekiyor. 2) Harekete geçme planı yapın, Bir planınız olsun eski yazılım devreye girmeye başladığında ne yapacağınızı önceden belirleyin. Çünkü eski kökleşmiş düşünce kalıplarının işlemci hızı, yenilerinden daha hızlı. Özetle elinizi çabuk tutmanız lazım. Atı alan Üsküdar'ı geçmeden acil eylem planı önceden yapılmış olmalı. 4. Düşüncelerinizi sorgulayın Bunu yaparken bizim çocuğu hatırlayın. Nasıl da kahramanınız olmuştu dimi ? Sizin de içinizde, gelen soruya onun kadar alternatifleri görme yeteneği olan bir bizim çocuk olsa... Hemen gitmeseniz bile alternatif yollar üretebildiğinizde, kendinizi onaylayın ve tebrik edin. Benliğiniz kendini değerli hissetmeye başladığında dopamin salgılayacaktır. İnsan dopamin bağımlısıdır, işin özünde. O kadar uyanıktır ki yine dopamin salgılamak için size alternatifleri buldurmaya kendiliğinden başlatacak. 5. Hayata dair hedeflerinizi gözden geçirin, Burada dikkat! hedefleri ve hayalleri olmayanları kastetmiyorum. Hedeflerin olması ilk kural zaten. Ama bazen hedeflerin ve hayallerin son kullanma tarihi geçmiş olabilir. Hani derler ya "amaç üzümü yemek mi? bağcıyı dövmek mi? " Geçen sene çok gıcık olduğunuz bağcıyı dövmek istemiş olabilirsiniz... Ama bu sene bağın yeni kiracısı var, yeni bağcı çok güzel çalışıyor. Ve sizden verimi artırmak için bağa gübre almak istiyor. 7. Davranışlarınızın, düşünce sisteminizin hedefleriniz ile uyumlu olup olmadığını sorgulayın. Kendinizi tekrar etmeyin. Ruminasyon diye bir kelime var arkadaşlar, geviş getiren hayvanlarda sindirim sistemine dahil bir işleyiş. Yani arkadaşlar o hayvanlar ruminasyon yapmak zorunda. Ama birde 'düşüncelerin, tekrarlayıcı bir şekilde zihinde dönüp durması' var. Aman buna dikkat! 6. Meditasyon yapın, Eğer beyniniz ruminasyona başladıysa meditasyon yapın. Hem duygusal hem de zihinsel açıdan sakinleşme için çok faydalıdır. Burada nefes en büyük yardımcınızdır. 7. Basit gündelik işlerde, ana dönün, Basit işler yaparken dalıp gideriz. Hatta benim anneannem örgü örerken ellerinde şişler, gözleri ufka bakıp nerelere giderdi... Gözlerini hiç kırpmadan saatlerce öyle durduğunu hatırlarım. Bizde yapıyoruz dimi? Dalıp gidiyoruz... O anda hipnoz olduğunuzu söylesem. Ne dersiniz ? Herhangi bir düşünce trenine bindiğinizi anlarsanız, hemen inin, nerede ve günün hangi saatinde olduğunuzu, çevrenizde kimlerin olduğunu ve sırtınızın, belinizin, kollarınızın, çenenizin nasıl hissettiği ile ilgilenin. Beden duyumlarına dikkat vermek aklınızın tuzaklarına kapılıp gitmeyi engeller. Yaptığınız işe odaklanın ve onları izleyin. 8. Başka bakış açılarını yargılamadan okuyun, dinleyin veya gözlemleyin... Konu ile ilgili birileri ile konuşun kitap okuyun bilgi toplayın. Sonuçta farklı bir sonuç çıkarmak için öncelikli olarak zihin bilgisayarınıza daha fazla parametre vermelisiniz. Bizim çocuk, o kadar fazla sonuç çıkarmak için önce veri girişi yapmış olmalı dimi? ( Barometre nedir? ne işe yarar? nasıl çalışır? basınç farkının yükseklikle bir ilişkisi var mıdır? Maşallah bilgi sahibi :) Eğer sizin bilgisayardan hep aynı sonuç çıkıyorsa, sonuç için gerekli bilgiler yeterli değil demektir. İşte size bu konuya dair 8 tane standart bakış açısını gösterdim. Bir tane de bonus yazıyorum buraya... 9. Esnek malzeme seçimine geçin, Mühendislikte en önemli konudur. MALZEME seçimi. Bir şey üretileceği zaman hizmet edeceği iş ne ise, ona uygun malzeme seçilmemişse proje yarıda kalır. Kabaca şöyle diyeyim, arabanın motorunu plastik malzemeden yaparsak da çalışır ama ne kadar ömrü olur süz düşünün... Hayatı da mühendislik gibi düşünmek, bana melez (hibrit) düşünce yapısını, yaşamın her alanına yerleştirmemi sağlamıştır. Pek çok konuşmamda ve yazımda da bu düşünce tarzının insanın hızlı anlamasına hizmet ettiğini özellikle söylüyorum. Konuya dönecek olursak, Kısa ve uzun vadeli pek çok hedefimiz arasında orta vadeli hedeflerimiz( hayallerimiz) de olmalıdır biliyorsunuz. Hedeflere ulaşmak için hedef ile sizin aranıza, gergin bir halattan veya esnek bir yaydan hat çektiğinizi hayal edin... Bu hat sizi amacınızdan saptırmadan, ulaştırması için belirlediğiniz stratejik yol haritanız gibidir aslında... İşte bu yolda, bazen sizi amacınızdan saptıracak durumlar olabilir. Her şey istediğiniz gibi gitmeyebilir. Eğer esnek malzemeyi seçerseniz bu saptırma anlarında hedefiniz değişmez, ama malzeme gerginse, esneme toleransı düşük olduğu için kopup tamamen hedefin belirsizleşmesi söz konusu olabilir. Peki nedir sizi hedeften saptıracak konular? Evet, sinirlendiğiniz her şey... Bazen olay, kişi, zamansız bir talep veya düşünce tarzı, tavır yani size uymayan her şey sizi sinirlendirebilir. Ama sinirlendiğiniz her ne ise amacınızdan saptırmasına izin vermeyin ve bu anlarda biraz esnek olun... Göreceksiniz esnek olmak enerjinizi öfkeye harcamanızı engelleyecek. Esnek olmak sizi sonuca daha hızlı ve yıpratmadan götürecek... Doğru veri girişi, doğru malzeme seçimi yapıldıktan sonra insanın doğru yapamayacağı hiçbir seçim yoktur sevgili arkadaşlar... Benimle buraya kadar, geldiğiniz için yine zatıalinize müteşekkirim efendim... Gittiğiniz her yere koşulsuz sevgiyi götürün. Görüşmek üzere.
- QUANTUMA GÖRE, HAYAT OKUMASI NASIL OLUR?
Afilli bir başlık oldu. Quantum, hayat ve okuma... Bakalım yine nerden girip nereden çıkacağız. Seviyorum bu konuları yaa... Anlatmak , yazmak başlı başına büyüleyici ve değiştirici bir etki yaratıyor bende... Ben yazarken bu etkiye giriyorsam, şu an da sen de bu yazıdan sonra eski sen olmayacaksın. %100 garantilidir. Ama gerçekten okumasını bilene... Yargılamadan, varsaymadan ve egosantirik olmadan okuyabilene... Uyumu kurduk herhalde, Tamam başlıyoruz... Hayat, her insana rüyasında ak sakallı dede olarak ne yapacağını söyleyerek gelmez. Yani en azından bana gelmedi. :) Biliyorsunuz mottomuz " Hayat bir seçim yapma sanatıdır. " Eğer seçim yapmak bir sanatsa, her sanatçının da ilhama ihtiyacı vardır. Sanatçı kişiliklere dikkat edin. Analitik kişiliklere oranla , her şey den derin anlamlar çıkarma eğilimindedirler. Şairler, ressamlar hala eserlerinde neler demek istemiş yorumlanıyor. Ve iç içe yorumlar yapılabiliniyor. Yazımın kapak resmine, Jan Fan Eyck'in Arnolfini'nin evlenmesi isimli tabloyu özellikle koydum. Bu resim 1434'lü yıllarda dünyayı kasıp kavuran kara vebanın yeni bittiği zamanlara denk geliyor. Resimdeki çift evleniyor ama neden hiç gülmüyorlar? Çiftin arkasında görünen aynadaki yansımalar kime ait? Neden pencerede portakal var? ve dışarda kiraz ağacı var? Aynanın üstündeki yazı , çerçevedeki minik figürler... daha neler... Bütün bunların kara veba ile ilgili bir kompozisyonu var ve çizilen herşey lisanı hali ile birşeyler anlatıyor. İşte sanatçı olmak ve sanattan anlamanın çok boyutlu birşey olduğunu göstermek için bu örneği verdim. Sanat ince bir ruh işidir. Derin bir düşünme ve sakinlik gerektirir. Hayat başlı başına, büyük sanatçının kusursuz bir eseridir ve her şey olması gerektiği gibidir. Biz de sanatı okuyan ve sadece seçimleriyle büyük resmi anlamlandıran figürler ve renkler gibiyiz dimi... Günün sonunda, tabloda hangi olasılık devreye girerse girsin mükemmel olacak. Bizi bu dünyada ilgilendiren yada odaklanmamız gereken kısım, hangi figürün içinde hangi renk olacağımız. Sokak jargonunda derler ya -- Kardeşim senin rengin ne ? Tam da öyle bişey :) İstersen turuncu olup, pencerenin önündeki portakala renk verirsin, istersen kiraz ağacı olursun yada Arnolfini'nin hüzünlü gözlerinin bir parçası olursun. ..Yada pencerdeki ışık yada odadaki boşluk olursun. Ama unutmamak lazım minicik bir renk pigmentiyiz. Tıpkı bu kainatta zerre tanesi hükmünde olduğumuz gibi. "Bunu anladığımızda hayat kolaylaşıyor. " İşte tam da bu yüzden rüyamıza ak sakallı dede girmez ama, her şey, her olay her insan her madde lisanı hali ile bizi güzel olana sevk eder. Önemli olan bunları okuyabilmektir. İşte Quantumdaki afilli hayat okuması tabiri de tam da buna denk gelir. Bazen o kadar çok, otomatik pilotta yaşam süreriz ki bize gelen bu mesajları idrak edemeyiz. Her zaman yardımcımız olan, ve biz bu dünyada rahat edelim, ahrette de cennete girelim diye o kadar çok fırsatı hizmetimize sunmuş bir yaratıcının sistemine teslim olmak yerine, her şeyi kontrol etmek dürtüsü ile hayatın ta kendisini kaçırıyoruz. Bazı an Okumak Lazım Üstadım, Bazı an işler,sana göre ters gider, "okumak lazım," Bazı an bir dostunla havadan sudan konuşurken "okumak lazım," Bazı an bedenin anlatır sana, "okumak lazım," Bazı an rüyaların şifresi vardır, "okumak lazım," Bazı an uykusuz gecelerin sessizliğini, "okumak lazım," Bazı an yanı başında senden bi haber konuşulanlar, "okumak lazım," Bazı an rüzgarın yönü bile yol gösterir. "onu da okumak lazım," Kainat Lisanı hali ile emrinde bir postacıysa, mektubu okumak lazım Üstadım... Hicran Arıkan Ocak 2020 Bu okumaları yapabilmek için biraz teknik bilgiye, biraz temiz bir zihne, sakin bir bedene ve en önemlisi güvene ihtiyaç vardır. "Güven ancak ve ancak onadır. " Karşılattığımız tüm olay ve durumların, arka tarafını gözlemlemek insaların geliştirebilecekleri bir yetenekleridir. Ve her insanda toprağa ekilmeyi bekleyen bir tohum gibidir. Yazımı buraya kadar okuduğunuz için zatıalinize müteşekkirim efendim. Yaş aldıkça eski Türkçe sarıyor dört bir yanımı...Duygularımı anlatmak için onları kullanmayı seviyorum. Evrende her şey bir enerji ve pek tabi kelimelerin de enerjisi var. O zaman anlatmak istediğimi en derin anlamı ile ifade eden kelimeleri seçersem , işim daha kolaylaşır, matematiği ile kendime ayrı bir misyon edindim bu aralar, mümkün mertebe Türkçenin bu güzel kelimelerini kullanarak kelimelerin sihrinin etkisini artırmak harika oluyor... Görüşmek üzere; Gittiğiniz her yere koşulsuz sevgiyi götürün.... Not: Zatıali :Saygın bir kişi olan siz Müteşekkir: Bir konudan dolayı yardımlarını esirgemeyen kişi
- DUALARIM DÜŞÜ"N"CE GÜCÜMLE Mİ KABUL OLUR? YOKSA DÜŞÜ"M"CE GÜCÜYLE Mİ KABUL OLUR?
Hadi bakalım, Hicran, yine ortaya bir şey attın. :) Biz düşünceyi biliyorduk ama düşümce nedir?...Nereden çıktı? Bunu anlatmadan önce, sizinle tüm dilbilimcilerin ve pek çok düşünürün oluşturduğu ekollerin gündeminde olan, dillerin kaynağı ve dillerin çıkış noktasını anlama isteği sonrası çıkan teorilere kısa bir göz atalım. Ben bu konuyu, daha fazla Kuran-ı Kerim merceğine alarak değerlendirmek istiyorum. Dolayısı ile arkadaşlar, Düşümce trenime binmeden önce valizimize bazı ayetleri alacağız. Başlıyoruz ... 1) “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O’nun ayetlerindendir…” (Rum, 22) 2)“Allah, Adem’e bütün isimleri (eşyanın adlarını ve ne işe yaradıklarını) öğretti.” (Bakara, 31) 3) “Bu (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir” (Necm, 23) 4) “Siz Allah’ı bırakıp sadece sizin ve atalarınızın taktığı (birtakım anlamsız) isimlere tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir…” (Yusuf, 40) Şimdi, bu 4 ayeti de okuduğumuzda dillerin değişik olması, bütün isimleri, Allah'ın Hz. Adem'e öğretmesinin bilgisi dikkati çekiyor. Bununla birlikte, putların isimlerini, insanın taktığı özellikle belirtiliyor. Buradan hareketle, diğer eşyaların isimlerini Allah'ın Hz. Adem'e öğrettiğinin çıkarımını yapabiliriz. Bakara 31. ayete baktığımızda "isimleri öğretti " deniliyor. Öğretmek demek, konuyu kavratmak olarak anlarsak, insanın daha sonra bu öğreti ile yeteneğini birleştirerek dilleri geliştirdiği teoremini ortaya sürebiliriz. Yani; nesneleri, fiilleri tanımlamak konusunda, insana fıtrî bir üstünlük, yaratıcılık yeteneğinin verildiği çıkarımı yapılabilir. Dilin de zamanla da ihtiyaca binaen geliştiğini söylemek de doğal sonuç olur. Çocukların dili öğrenme eğilimlerine baktığımızda da normal bir çocuğun sürekli maruz kaldığı dili kolayca ve otomatik olarak öğrendiğini görüyoruz. Sebebinin de insan beyninde dili inşa eden genetik kopya veya temel dil planının bulunması deniliyor. Dünyanın her yerinde çocukların aşağı yukarı aynı yaşlarda konuşmaya başlıyor olmaları da bunu destekler nitelikte bence... Evrendeki bütün bilgi Allah'ın bilgisidir. Dili ister ademoğlu oluşturmuş olsun, ister direk ilham verilmiş olsun, sonuç; Ancak onun eseridir. Deyip bu tartışmaya bir son veriyorum. Yokuşu çıktık arkadaşlar, Şimdi düzlükteyiz, manzaranın keyfini çıkaralım. İki tane manzaramız var, Sağ pencerede; 1) Dilin kaynağı yaratıcı ise, ve benim dilim Türkçe ise ve ben ana dilimi seçemiyorsam, benim bu coğrafyada ve bu anadil ile dünyaya gelmiş olmam, benim ihtiyacım olduğundadır diyebiliriz. Ne demiştik? "Olan her şey, olması gerektiği gibidir. " Sol pencerede ise; 2) Bazı ezoterik bilgileri ehil olmayanlardan gizlemek için sembollerle saklanır. İnsanlık o bilgiyi alacak frekans ortalamasına geldiğinde açığa çıkar ve anlaşılır. Biraz hızlanalım, Bu iki manzaraya baktığımızda ne görüyoruz. Eğer kelimelerin kaynağı Allah ise, ve kelimeler insanlık için en önemli semboller ise kelimelerin benim için anladığım anlamdan daha fazla bir mesajı olabilir mi? En heyecanlı yere geldik, aşağı doğru iniyoruz. Adrenalin salgılayacağız .:) Demiştim ya, ben bu coğrafyada dünyaya gelip Türkçe öğrendiysem. Haliyle Türkçe benim daha üst versiyonlarıma çıkmamda yardımcı bir araç olmalı. Daha önceki yazımda, evrende her şey bir enerji ve pek tabi kelimelerin de enerjisi var demiştim hatırlarsanız. Bir parantez açıp, (anlatmak istediğimi en derin anlamı ile ifade eden kelimeleri seçersem, işim daha kolaylaşır deyip en güzel ve olumlu kelimeleri seçip sihrin etkisini artırabiliriz.) değip parantezi kapatalım. Yani; kelimeler, hem sihirli hem de şifreli diyebiliriz. Kendini gerçekleştiren kehaneti çoğumuz biliyoruz. Ağzımızdan çıkanlar her ne ise o hayatı kendimize çekiyoruz. Hicran şimdi bu bilgilerden, DUALARIM DÜŞÜNCE GÜCÜMLE Mİ KABUL OLUR? YOKSA DÜŞÜMCE GÜCÜYLE Mİ KABUL OLUR? Sorusunu lütfen bir ilişkilendir diyorsunuz dimi.... Hepimizin duaları vardır... Bir türlü olmayan... Ben düşünüyorum, düşünüyorum bir türlü olmuyor mu diyorsunuz? Instagram sayfamda paylaştığım yazıyı burada tekrar okuyalım. İnsan düşler, yani hayal eder. Tıpkı bir balonu şişirmek gibi. Ama balonu serbest bırakmalıdır ki gidip düşleriniz, gerçeği ile uyumlanıp gerçeğini koluna takıp gelsin... Düşlemek aslında duadır. Düşlersiniz ( dua edersiniz) ve bırakırsınız. Ama düşleriniz düşerse düşünce olur. Yere düşerse tekrar uçamaz ve düşleriniz sizin zihninize düşmüş birer düş olarak (düşünce) olarak kalır. Düşlerken şüphe yoktur, beklenti yoktur. Düşlere şüphe girerse düşünce olarak kalırlar. O yüzden ben hiç düşlerimi düşürmem. (Yani düşünmem) Benim bildiğim tek şey düşlerim vardır ve ben sadece düşlerimi referans alarak seçim yaparım. Bir seçim yaparken, daha önce şişirip gönderdiğim düşlerime sorarım. Düşüm ne derse onu yaparım... Düşümce(bence) ne uyunsa o nu seçerim. Tüm sorumluluk düşümdedir. Düşüm benim patronumdur, yani özümdür... Düşüm = özüm ise, ve Özüm = asıl ben ise, Ben = düşüm o zaman, ben-ce dediğim her şey = düşüm-ce'dir. Düşünmeyin arkadaşlar, sadece düşleyin, düşlerinize şüphe karıştırmayın, serbest bırakın. Düşünüz sizin referans noktanızdır. Eğer düşleyebiliyorsanız bu sizin özünüzden gelir. Güvenin düşlerinize... "Allah vermeyeceğinin duasını ettirmez." Türkçe 'de düşünce ve düş kelimesinin altındaki bu harika şifreyi okurken, yanımda olduğunuz, benim "düşümce trenime" binip yolculuk ettiğiniz için, zatıalinize müteşekkirim efendim. Görüşmek dileğiyle;
- BİLİNÇALTI MUCİZESİ
Dağ tepesinde bir çam olamazsan, Vadide bir çalı ol. Ama, Dere kenarındaki en iyi, küçük çalı sen olmalısın. Çalı olamazsan bir avuç ot ol. Bir yola neşe ver. Bir nilüfer olamazsan bir saz ol. Ama, Gölün içindeki en canlı saz, sen olmalısın. Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz. Burada hepimiz için birer iş var. Cadde olamazsan, sokak ol. Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir, Her ne isen onun en iyisi sen ol… Okuduğunuz şiir, Ralph Waldo Emerson'ın Çocukluğumda beni derinden etkileyen bir şiiridir. Bu fotoğrafı da, çok sevdiğim bir dostum çekmiş. Bana gösterdiğinde bu şiir aklıma geldi... Çocukken bu şiiri bir ders kitabında okuduğumu hatırlıyorum. Öğretmen o sayfayı atlatmıştı. Derste okumadık yani... Ben de neden bu sayfayı atladık ki deyip, çocuk aklımla çok üzülmüştüm sayfaya:-( Oysa, bu şiir bizim sıramızın üstüne gelmek için belki de çok yol kat etmişti. Emerson bu şiiri yazabilmek için neler yaşamıştı kim bilir. Şiirler yaşanmışlıklardır. Şarkı sözleri de öyle. İki satırlık kelime dizisi olarak göremem onları... Dokusu, kokusu, tadı, resmi vardır şiirlerin, tam da bam teline dokunacak cinsten... Bazen hayaller, umutlar bazen de dualar saklıdır... En güzel tefekkürlerdendir, şiir. Tek bir şiir ile pek çok konu anlatılabilir. Metaforun babasıdır anlayacağınız ..:-) Belki de Emerson bu şiiri benim için ve şimdi de sizin yazmış, Bizim için onca tecrübeyi biriktirmiş... Ben öyle hemen, diğer sayfaya geçemezdim... Evde okudum, sonra da ezberledim. Hayal ettim; Dağ tepesinde bir çam olamazsam, Vadideki bir çalı olmak, nasıl bir duygu? hücrelerimle birlikte hissettim... Önce çalının yanından geçen insanların seslerini duydum, Güneşin sıcaklığı ile iliklerimi ısıttım... Sonra dağ tepesindeki çam olup, serin hava ile ciğerlerimi farkettim. Çalının yanından geçen insanları gözden kaybolana kadar izledim. Oradan da mutlu, küçük çalıya göz kırptım. Gördüm ki ikisi de mutlu... Anladım ki ben mutluysam, çam veya çalı da olmak önemli değildi... Şimdilerde her ne iş yapıyorsam, hırsla değil azimle yapmayı sevdim. Sadece kendimle yarıştım. Çocuklarınıza bu şiiri öğretin. Odalarına asın koca koca yazın. Gelip gidip okusunlar... Bilinçaltlarına iyice yerleşsin... Onlara hırsı değil azmi aşılayın. Rekabet ederken başkalarının tepesine basmayı değil, destek alabilecek veya destek verebilecek şekilde ekip ruhunun gücüne inandırın. Onları yetiştirirken, sınavlara hazırlarken, okula gönderirken rekabeti hırsa dönüştürmeden azmi oluşturmayı aşılayın.... Emerson 'ın şiirini okuyun çocuklarınıza, vadideki çalı da olsan, dağ tepesindeki çam da olsan seni koşulsuz seviyorum deyin. Koşulsuz sevgiyi ilk siz gösterin onlara.... Yazımı, buraya kadar okunduğunuz için yine, zatıalinize müteşekkirim efendim... Gittiğiniz her yere koşulsuz sevgiyi götürün... Görüşmek üzere... Ocak 2020
- Mutluluk İçimde, Çünkü Onu Yedim
Sürekli duyuyorsunuzdur, mutluluk hormunu,Onu salgılayınca mutlu oluyormuşuz. İşte bugün hormonları konuşalım istedim. Bu paylaşımdan sonra kendinizi nasıl mutlu edebileceğinizi “TEKNİK OLARAK” öğreneceksiniz. Ben onlara SODE diyorum. Seratonin, Oksitosin, Dopamin ve Endorfin. Bu hormonlar, duygularımızı belirler.Doğru oranda ve birlikte salgıladığinda kendimizi gerçekten iyi hissederiz.Onların salgılanması yaşam kalitemizi belirler. SERATONIN: Mutluluk, canlılık hissi verir.Kendimizi önemli hissederiz.Azaldığında yalnızlık hissi oluşur.Güneş, egzersiz ve olumlu düşüncelerle salgılanır. Size bir tüyo vereyim, hergün başımıza süper şeyler gelmiyor kabul, geçmiş başarılarınızı veya en iyi hissettiğiniz anı kaydedin. Kaydederken gözleriniz kapatın ve bir parmağınıza basın.Bu kayıtları kendinizi iyi hissetmek için parmağınıza basarak devreye alabilirsiniz.Çünkü beyin gerçek ile hayal arasındaki farkı tam anlayamaz ve her iki durumda da serotonin salgılar. OKSITOSIN:Güven, yakınlık, sempati, şefkat ve sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlar.Çocuklarıyla ilgilenen ebeveynlerin ve şefkat gösteren/gösterilen herkesin salgıladığı hormondur.Sadakat ve iyi sosyal ilişkiler oksitosinle ilgilidir. Sarılmanın oksitosini arttırdığı ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği kanıtlanmıştır. Hediye alıp vermemiz, hayvanları sevmemiz oksitosin ile ilgilidir. DOPAMIN:Haz alma, ödül, hedef ve ihtiyaçlarımıza ulaşmakta bizi motive eder. Gönüllü çalışma, sevecenlik, büyük hedefleri küçük parçalara bölüp birçok zafer noktası yaratarak dopamin miktarımızı arttırabiliriz.İşinizi yaparken koyduğunuz ufak hedefleri başarmak dopamine birebirdir ENDORFIN:Ağrıyı ve stresi yatıştırmak için salgılanır. Acı algımızı azaltır, zihnin düşmanı kaygıyı engeller. Düzenli egzersiz, gülmek, mizah anlayışı, endorfin seviyelerini yükseltir.Eğer sinirlilik hali ile duyguları uçlarda yaşıyorsanız,Tahammülsüzseniz, Tüm kötü şeylerin sizin başınıza geldiğini düşünüyorsaniz Daha ileri seviyede uyku ve yeme sorunları da beraberinde gelir.Herşeye karşı ilgili yavaş yavaş azalır ve deprosyana girersiniz.Bu yüzden bu konuya teknik olarak baktığınızda mutluluğun matematiği ortada. Mutluluk tam da içinizde.








