Arama Sonuçları
Boş arama ile 32 sonuç bulundu
- Hipnotik Konuşma Sanatı Ekim 2025
13 Ekim 2025 tarihinde başlayacak ve 15-17-19 tarihlerinde 4 gün süre ile Google Meet üzerinden devam edecek etkinliğimize bekliyoruz. Sözlerin büyüsünü öğren! Hipnotik konuşma eğitimine katıl, etkilemeye başla!
- SANA EL PENÇE DURMAM
Merhaba Sevgili Dostlar; Sizlerle bazen blog yazıları ile bazen de podcastlerle buluşmayı çok seviyorum. Aynı duygularda buluşup hizalanmak biliyorum ki hem size hem de bana çok iyi geliyor. Saat şu anda gece 01:09 bakalım bu sözlerin bittiği yere geldiğimde saat kaç olacak? Bugün benim uykumu kaçıran üzerinde derin düşüncelere dalmama sevk eden şey son zamanlarda sözleri herkes tarafından dikkat çeken bir şarkı . Emre Fel - sana el pençe durmam Bilenler bilir, bizim eğitimlerimize ve kamplarımıza katılan dostlarla bazı şarkıları birlikte farklı yorumlarız. Herkesin anladığı anlamların dışında yada yazan kişinin ne niyetle yazdığına bakmadan, kendimize başka anlamlar çıkarırız ve bu şarkılar bizim için çok özel olur. İşte gece vakti aklıma düşen bu şarkı da bizim bu aralar favori şarkımız olmaya aday gibi görünüyor. Yani anlayacağınız, söyleyene değil söyletene bak diyerek bu şarkıyı kaç defadır tekrar dinlediğimi bilemiyorum. Efendim şarkının adı, az önce de söylediğim gibi “sana el pençe durmam” belki bunu yazan kişi bir kadına yada erkeğe hitap etmiş olabilir. Ama ben bunu kendi zihnimde “kendi nefsime” hitap ederek dinliyorum. Biliyorsunuz insan nefsi kontrol edilmez, terbiye edilmez ise hayat boyu başına buyruk ve söz dinlemez bir halde bizi hep zor imtihanların içine sürükler. Belki de uyanmamız gereken ilk gerçek; nefsimizin kaderimizdeki rolünü fark etmemiz gerektiğidir diyebiliriz. Rabbimizin de dediği gibi “Başınıza gelecek her felaket, kendi yapıp ettiklerinizin bir ürünüdür. Bununla beraber Allah pek çoğunu bağışlıyor. ” Şûrâ Suresi 30. Ayet Bundan sebep insana en büyük kötülüğü aslında yine kendisi yapar değil mi? İşte bu şarkı ve sözleri de bu pencereden bakınca benim için bambaşka bir anlam kazanıyor. Gelin şimdi şarkının sözlerini bu pencereden bakarak tefekkür edelim. Canevimde bi' telaş, yangınBeni sarmalasan durmazSel olur da cayamam yalnızBeni masum ele koyman Öyle değil midir? İnsanoğlu, bu dünyaya geldiği günden beri, sonrasında kendini fark etmeye başladığından beri can evinde bir telaşla yaşar. Gah mutlu olmak arzusu, gah sevilmek, gah onaylanmak gah değer görmek. Ama artık insan belli bir deneyimden sonra bu nefsinden ötürü oluşan içindeki bu beyhude çabayı fark edip yaradılışın hikmet arayışına sezgisel olarak çıkar. Yani ruhun çağrıları nefsin çığlıklarına ağır basar ve insan bu çağrıyı duyduğunda içerde gözyaşları sel olsa da artık bu yoldan cayamaz. Masum istekler gibi görünen bu nefsani çığlıkların eline bırakmaz kendini. Müşküle tabi zulümPeki derdime dert ne diyeBeni anlamadın da kanatma canım, ne olur? "Müşküle tabi zulüm" Osmanlı'da belli suçlular için uygulanan özel bir yargılama ve cezalandırma yöntemi anlamına gelmekteymiş. Devletin ve toplumun güvenliğini tehdit eden kişiler için daha sıkı ve ağır yaptırımların uygulandığı bir kavrammış. Yani insanın nefsi de, ruhuna aynen müşküle tabi zulum suçlar işer kanaatimce. Ömür boyu insanın ruhunun esas derdi ile nefsinin derdi birbirinden epey uzaktır. Ruh, kaynağına doğru yol alıp tekâmül etmek isterken, nefsin derdi bambaşkadır. Yani nefisin dertlerine çözüm diye buldukları ruhun derdine derman olmaz. Ve nefsin bu tutumu ruhta derin yaralar açar ve kazanla devrilen kepçe ile toplanmak zorunda kalır zamanla ruhta açılan yaralar kanar. Müşteki zati gönülBana vermeli ya hediyeKaderin de gülerse bu hâli kederden alırBeni cümle cihan tanır, anlamadın, yanarım (Oof) Müşteki zati gönül derken gönül çoktan şikayetçi oldu.Artık kader ruhuma bir hediye vermeli… Sizin de bildiğiniz gibi ruhun arzuladığı yoldan giden nice dervişler hüzünle yol alır… Yaratıcısını özleyen ruh, kederlidir. İşte yolcunun en güzel hediyesi kaderin mana alemine bakan bir hüznü gönüle yerleştirmesidir. İnsan yaratılmışların en üstünüdür. Bunu cümle cihan bilir. Şeytanın işine gelmese de bu böyledir. Ve insan kendi gerçek değerini anladığında, artık bu akıl oyunlarına kanmaz elbet. Ama ey nefsim cümle cihan bilse de sen bunu asla anlamazsın ona yanarım. Meftun anacım, yorgunBu zararı ziyanı sormaPerişanım âyan, soldumSana el pençe durmam İnsan içindeki çocuğa doğru annelik yapmalıdır. Oradan buradan öğrendiğimiz annelik yöntemleri ile bu işi yapmak hep ziyanla sonuçlanır. Yani insan kendi içinde kendi emeği ile yeni bir anne dizayn etmelidir, yolu gösteren yola meftun olan. Yoksa annelik yorgunluk getirir. Bundan doğan zararı ziyanı sorsan hesabını dahi çıkaramazsın. Ruhumuza verdiğimiz zararlar eski yöntemlerin perişanlıkları zaten ayan beyan ortada değil mi? Bundan sebep “ey nefsim artık sana el pençe durmam…” Ve şimdi saat tam 01:59 Şarkının linkini buraya bırakıyorum. Yeniden buluşmak üzere gönlünüz muhabbetle dolsun sevgili dostlar… https://www.youtube.com/watch?v=12C-Zglg7gM Eğer yazının podcast versiyonunu dinlemek isterseniz aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz... https://studio.youtube.com/video/jP-s_2oZ8aY/edit
- Joker Taş; Kyanit Taşı
Sevgili Dostlar, Doğal taşların insan enerjisinin dengelenmesinde faydası olduğu artık biliniyor. Ama, onca taş var ve hangisi ne işe yarar? tam olarak bilemiyorum, bana öyle bir taş söyle ki hem bakımı kolay hem de pek çok taşın yaptığı işi tek başına yapsın diyorsanız, işte size kyanit taşı... Kyanit taşı, son derece huzurlu ve sakin bir enerjiye sahip olan kristallerdendir. Meditasyonlarda ve feng shui uygulamalarında kullanabileceğiniz kyanit taşını, huzur ve barış enerjisi getirmek istediğiniz ev ve iş yeri gibi ortamlara koymanız da oldukça etkili olacaktır. Kyanit taşını üzerinizde taşımak, taşın enerjisi ile bütünleşmek ve huzurunu hissetmek için başvurabileceğiniz en etkili yöntemdir. Kyanit taşından yüzük, küpe, bileklik veya kolye takmak; ya da kyanit taşını gün boyunca cebinizde taşımak, kristalin enerjisini devamlı olarak hissetmenizi sağlar. Kyanit Taşı Faydaları Çoğu taştan daha huzurlu bir enerjiye sahiptir. Bu sebeple, özellikle stres, anksiyete ve öfke ile baş edenlerin tercih edeceği ilk taşlardandır. İletişim güçlendirici etkiye sahip olan taş, kişiyi mantıklı düşünmeye ve iletişimde daha ılımlı olmaya teşvik eder. Uyku sorunlarına iyi gelir. Özellikle mesaj içerikli rüyaların hatırlanmasına yardım ederek kişiye yol gösterir. Meditatif enerjisi güçlü olan bir taştır. Bu sebeple, meditasyonlarda sıklıkla kullanılır. Kyanit Taşı Özellikleri Siyah, mavi, yeşil ve turuncu renkleri bulunur. Şifa, mantıklı düşünme ve korunma kavramları ile özdeşleştirilir. Dünyanın her yerinde bulunabilen kyanit taşı, çoğunlukla Amerika, Brezilya, Rusya, İsviçre ve Kenya’da bulunur. Sivri, adeta bıçak ucu gibi görünen bir yapıya sahiptir. Kyanit taşı, bu yapıya sahip taşlar arasında en bilinenlerden biridir. Kyanit Taşı Vücuda Yararları ve Etkisi Ağrı kesici özelliği olduğuna inanılır. Düşük kan basıncına iyi gelir; vücuttaki enfeksiyonların iyileşmesinde yardımcıdır. Fiziksel travma yaşamış kişilere iyileşme sürecinde yardım eder. İyi bir uyku çekmenize yardımcı olur ve sağlıklı beslenmeye teşvik eder. Tüm bu özellikler, geçmiş dönemlerden günümüze gelen inanışlardır. Bilimsel hiçbir kanıtı bulunmamaktadır. Kyanit Taşı Anlamı Nedir? Kyanit taşının ismi, “koyu mavi” anlamı taşıyan Yunanca bir kelimeden gelmektedir. Yaygın olarak mavinin farklı tonlarına sahip olan taş, farklı renklerde de bulunmakta; bu özelliği ile bütün çakralarla uyumlu olarak çalışmaktadır. Kyanit Taşı Nasıl Temizlenir? Doğal taşların temizliği, içlerinde biriken negatif enerjiden kurtulmak için düzenli aralıklarla yapılmalıdır. Kyanit taşı, bu konuda şanslı taşlardan biridir. Çünkü bazı taşların aksine, kyanit taşı arındırdığı negatif enerjileri içinde taşımaz. Yine de narin bir kristal olan kyanit, düzenli aralıklarla arındırılmalı ve yeniden şarj edilmelidir. Kyanit taşının su ile teması, uzun sürelerde taşın çatlamasına ve parçalanmasına sebep olabilmektedir. Bunun yerine, taşınızı nemli ve yumuşak bir bez parçası ile temizlemek, kristalin fiziksel ve enerji temizliği için yeterli olacaktır. Doğal bitkilerden elde edilen veya adaçayından bir tütsü, kyanit taşının enerjisini arındırmanın etkili yollarındandır. Yakacağınız tütsünün dumanında taşınızı birkaç dakika bekletmek, kyanit taşının negatif enerjilerden arınmasını sağlar. Ay ışığı, doğal taşların daha güçlü enerjilerle yüklenmesi için etkili bir yöntemdir. Kyanit taşını ay ışığı gören bir yerde gece boyu bekletebilir ve taşın enerjisini yenileyerek, kristalinizi ayın feminen enerjisi ile şarj edebilirsiniz. Kyanit Taşı Yıkanır Mı? Kyanit taşı, güçlü ve dayanıklı bir yapıya sahip olmasına rağmen, su ile temas ettirilmemesi gereken taşlardan biridir. Su ile uzun süre temas etmesi, kyanit taşının parçalanmasına sebep olabilmektedir. Kyanit Taşı ile Meditasyon Bütün çakralar ile uyumlu çalışan kyanit taşı, meditasyon çalışmalarında en çok kullanabileceğiniz kristallerden biridir. Taşı elinize alıp ona odaklanmak ve bu esnada nefes çalışmaları yapmak, stres ve gerginliklerinizden arınmanıza yardımcı olur. Bunun yanı sıra, dengelemek istediğiniz çakranın rengine sahip olan kyanit taşını, o çakranın bulunduğu bölgeye yakın tutabilir ve oradaki enerji akışının dengelenmesini sağlayabilirsiniz. Kyanit Taşı Tarihi Kyanit taşı, 1789’da Abraham Werner tarafından keşfedilmiştir. Kimi zaman, rengi sebebiyle aquamarin ve safir taşları ile karıştırılan kyanit, ismini “mavi” anlamına gelen “Kyanos” kelimesinden almıştır. Tarih boyunca çeşitli isimlerle adlandırılmış olan taş, farklı sertlik derecelerine sahip olarak bulunabilmesinden dolayı, aksesuarlar başta olmak üzere pek çok objenin yapımında kullanılmıştır. Kyanit Taşı Uyumlu Olduğu Çakra Özellikle boğaz çakrası ile güçlü çalışan kyanit taşı, bütün çakralar ile uyumludur.
- BİR ANNENİN DOĞMAMIŞ BEBEĞİNE MEKTUBU
Merhaba CANIM; Sana nasıl hitap edeceğime karar veremedim. Oğlum veya kızım… Sonra yavrum, demek geldi içimden, vazgeçtim… Daha yavru olacak kadar da büyümek nasip olmadı, bu yüzden sana “canım” demek istedim. Üç ay, gece-gündüz aynı bedeni paylaştık. Ben senin dünyalık yüzünü hiç göremedim, mis gibi kokunu hiç koklayamadım. Ne adını koyabildim ne de sesini duyabildim. Bizim buralarda, yani dünyada, annelerin hakkı ödenmezmiş, öyle derler. Bu durum, seninle benim için tam tersi… Ben, sana pek çok şey veremesem de üç aylık kısacık misafirliğinde sen bana çok öğreterek ebediyete gittin. Bu gidiş bir son değil, bunu ikimizde biliyoruz… Kokuna, anne diyen sesine kavuşacağım bir zaman ve mekân da olacak…Sadece, şimdilik ben buralardayım. Cennette canımın bir parçasının olması, çok enteresan bir his. Zaman ve mekân kavramının benden gittiği ilginç bir ruh hali… Sen çok iyi bir öğretmensin... Kısacık bir zaman diliminde bana neler öğretin neler? Yaşamın kıymetini, mucizeleri fark etmeyi, düşüncelerin gücünü, niyet etmeyi, insanın haddini, cüzzi iradeyi, külli iradeyi, tevekkülü, tefekkürü, susmayı, duyguları gözlemleyerek yaşamayı ve sabrın en yalın halini… Daha pek çok şeyi daha derinden deneyimlemek nasip oldu, sen gittikten sonra… En önemlisi de şüphe ve güvenin aynı kalpte olmayacağı ve şüphenin nasıl kalpten çıkarılacağını… Biliyor musun? Sen gittikten sonra ben, öğrettiklerini ihtiyacı olanlara anlatmaya niyet ettim... Umarım hatırlattığın bu dersleri pek çok insana ulaştırabilirim… Buralarda benim gibi annelerin bu deneyimleri pek anlaşılmıyor. Duygular bastırılıyor ve söylenmemiş sözler boğazlarda düğüm oluyor. Doğum yapan anneler lohusa olur…Günümüzde hala lohusa psikolojisi de yeteri kadar anlaşılamasa da yine de daha bilindik bir süreç… Ama bebeğini doğuramadan kaybeden annelerde, dengesi aniden bozulan hormonların da etkisi ile lohusa psikolojisinden kat ve kat yoğun yaşanan ve böyle annelerin desteğe en çok ihtiyacı olduğu bir süreç de başlıyor diyebilirim. Sen gittikten sonra, pek çok kişi geçmişte yaşadığı yarım kalmış annelik hikayelerini anlattı…. Travma yaşayan anneler bana kapanmamış tozlu hikayelerini dün gibi titreyerek anlattı… Eğer şifalandırılmazsa, nesiller boyunca aktarım olarak devam edecek türden bir travmaları vardı… Senden sonra ben de niyet ettim, seninle buluşmadan önce, bana Rabbim uzun ve bereketli bir süre versin, bu durumu yaşayan annelerin, bebeklerinin sessiz mesajlarını okumalarına vesile olmak istiyorum… Seni seviyorum…Allah ‘a emanet ol… Bir insanın hayatında hem acının hem de sevincin bir arada olduğu nadir imtihanlar vardır. Acının içindeki sevinici görebilmek, ancak sislerin inmesini gözlemlemek ile oluyor. Bir süre göremiyor olmak, onun orada olmadığı anlamına gelmiyor… Sabretmek insana verilmiş en güzel hediyedir. Gerçek bir sabır haline geçen insan yüksek bir insanlık haline de geçiş yapar. Sabır halinde biliş ve farkındalık en yüksek seviyeye gelir. Ruhunu, beş duyunun ötesinde hissetmeye başlar insan sabrederken. Sabır anında dua kapıları açılır ve dua ile de kendini şarj eden mekanizma çalışmaya başlar. Sabır anında ego devreden çıkar. Ego ise süreçler arasında boşluk olmadan durmadan devam etmek isterken, ilk kez gerçekten sabredenler ilk kez egoyu devreden çıkarmayı deneyimler. İşte bu yüzden yüksek ve bambaşka bir deneyimdir sabır. Sabretmek hiçbir şey yapmamak değildir. Hüzünden nefes alamazken, egoyu sakinleştirmek için yapılan pek çok iş vardır… Karanlığın içinden duraksamadan duyguların akmasına izin verirken, yoldan çıkmadan ışığa ve yeni bir sen olmaya doğru giden, bir yolculuktur sabır… Gerçek bir sabır sonrası, yeni ve daha yüksek versiyonda bir sen olacağını bilmek ve aşağıya bakmadan tırmanmaya devam etmektir… Tüm bunlar olurken, aynı zamanda kendi ruhuna şefkat gösterebilmektir sabır. Sevgili dostlarım, eğer aranızda bebeğini anne karnında veya doğum sonrası kaybedenler varsa ve kapanmamış bir dosya, tutulmamış bir yas halindeyse, bu konuda yaşanılan travmayı dönüştürmek adına ücretsiz bir seans yapmaya karar verdim. Benimle bu konu için iletişime geçecek tüm anneler ile, birlikte kolaylıkla çözümlemeye ve beraber yol almaya niyet ediyorum. Sevgi ve muhabbetle kalın… Hicran ARIKAN Haziran 2021
- Gerçek Yabancılaşma Nedir?
Merhaba sevgili dostlar... Hicran Arıkan 'dan kucak dolusu sevgi ve muhabbetlerimle... Epey oldu değil mi? bu satırlarda buluşmayalı... Haydi, biraz hasret giderelim... İnsanın kendine yabancılaşması nedir? Hiç düşündünüz mü? Deyip yine deli bir soru atayım ortaya. Severim böyle münazaraları... Beyin fırtınası iyi gelir ruha... Yabancılaşma deyince, hep akla toplumsal yabancılaşma gelir. Başka millet mensuplarına "yabancı" deriz hemen. Eğer uyum kuramıyorsak, ortak değerlerimiz yoksa kendi milletimizdeki insanımızla da yabancı olmaz mıyız? Bir düşünmek lazım... Alman Filozofu Karl Marx'a göre insanın ilk yabancılaşması, doğadan kopmasıdır... Tabi o Karl amcaya göre öyle, haksız değil ama biraz eksik olabilir...Bence mevzunun başı orası değil... Elbette, daha fizik ötesi yani metafizik gerçeklerin tam olarak anlaşılmadığı, Newton fiziğinin hala geçerli olduğu bir yüzyılda Karl amcaya böyle demesine hak veriyorum...Hatta taktir ediyorum... İlham verici bir düşünce... İnsan doğadan ayrılıp kendine şehir hayatı kurarak, evet doğaya yabancılaşmıştır... Bu doğru ama yabancılaşma hep devam etmiştir... Bu seferde milletlere bölünerek göç ederek sosyal ve kültürel bir yabancılaşma sürecine girmiştir insanlık. Bütün bunlar olurken sosyal yabancılaşma sürekli evirilerek hızını artırmıştır ve pek çok ortak değere sirayet etmiştir. Belki de kapitalizmin sonucu, yabancılaşmadır diyebiliriz. Ama bana göre insan zaten yabancıdır. Kendini bilmeden; bedeni, ruhunu, zihnini düşüncelerini, duygularını bilemeden geldiği bu dünyada en büyük yabancılığı kendinedir aslında... Yabancı olduğunu tanımlayabilmesi için önce, bedenin ve zihnin etkilerinden çıkması gerekir ki bu yabancılığı dışardan görebilsin. Yoksa asla ayna olmadan kendini göremez insanoğlu. Kendini bilme yolculuğunda mutlaka aynaya ihtiyaç duyar... Yolculuğun bir safhasında artık aynaya gerek kalmaz... Mevlana'ların, Yunus'ların ve daha pek çoklarının kesifleşmiş ve latifleşmiş halleri bundandır... (Bize de nasip olsun diyelim.) Doğuştan yabancı olan insanın, dünya deneyimi bana göre kendini bilme yolculuğudur. Bununla birlikte farkında olmadan, bilinçsizce ve katman katman giyilen benliklerin tanınması, ve bilinçli benliklere geçiş yapma sürecidir dünya deneyimi. Çok işimiz var aslında , sıkılacak boşa geçirilecek bir zaman yok eğer kendini tanıma yolculuğuna çıkarsan. Doğru bilgi ile harmanlanmış, feresatli aklın ve basiretli eylemlerin sahibi olmak gibi bir misyonla ilerlemek ... Ne işime yarayacak sabah kalkalım, yemek yiyelim, evi toparlayalım, işe gidelim, tatil yapalım, yiyelim içelim, uyuyalım keyfimize bakalım... Çocukları da okutalım! Biz kitap okumayalım onlar okusun, O kurs bu kurs gezdirelim, ama onlar bizim gibi olmasın...Sanki şefaatçi yetiştiriyoruz... ( Bu nasıl olacaksa ) Sonra etrafa bakalım, gözümüz başkalarının ne yaptığında konsantre... Aman sürüye yabancı kalmayalım, ne giyerlerse giyelim, ne alırlarsa alalım, araba mı lazım en üst modele göz dikelim, eşyalar hoooop değiştir... Evler, ayakkabılar, terlikler... Hiç bitmiyor, bu ihtiyaçlar!!! Bütün bu işlerin arasında, farkında olmadan, bilinçsizce ve katman katman giyilen benliklerin tanınması , ve bilinçli benliklere geçiş yapma süreci mi ? o da ne????? Diyorsanız... zaten sözüm size değil... Ee yapmayalım mi? En iyi arabaya biz de binmeyelim mi? Yada ev istemeyelim mi? Çocuklar okumasın mı? İşler var, pisliğin üstün de mi oturalım? Dersen... Benim dediğimden onu anladıysan dostum, baya birbirimize yabancıyız demektir... Cennetten gelip, dünyanın debdebesinde debelenirken unuttuğun kendini ölene kadar hatırlamadığında ve er yada geç kendinle yüzleşeceğin güne geldiğinde aklına gelir miyim? İnan hiç bilmiyorum... Herkesin kendi derdine düştüğü günde, bunun bir önemi de yok zaten... Önemli olan senin şimdi buna zaman ayırman... Kendinle barışman... Bak o zaman arabaların, evlerin, ferasetli ve basiretli evlatların nasıl da oluyor... Ne istiyorsan sana nazikçe ikram edilen bir evrene geçiş yapıyorsun... "Niye bu kadar tırmaladım? hırpaladım kendimi? Her şey kolaylıkla neşe ve ihtişamla bana nasıl da geliyormuş." dediğin günlere duacıyım dostum. Bugün, biraz eşyaya maddeye tapma hallerimize çok taktım...Üslubumdaki bu ara sıra olan çıkışlarım konudandır dostlar... Mesela kişisel gelişim mevzularına giriş yapan bazı insanların kendini tanımak mı? Yoksa maddeyi bilinçsizce elde etmenin alternatif yolu olarak mı? görüyorlar bilemedim. Bolluk bereket sana gelsin. çalışmaları .. mesela...para mıknatısı ol...Araba ev hayal et... Mevzu bu değildi ki dostum....sen bizi yanlış anladın , sanırım... Mevlana görse Yunus duysa...Baya şaşırır herhalde.... "O Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler, kendilerine zaman ve imkan vermemizi kendilerinin iyiliğinedir diye sanmasınlar. Onlara fırsat vermemiz, ancak günahlarını artırmaları içindir. Onları utanç verici bir azap beklemektedir. (Ali İmran 178)" Şimdi buna ne diyorsunuz... Eğer elde ettikleriniz bundan ise... Gerçekten nimetlendirilenlerden miyiz? yoksa (Ali İmran 178 )' in muhatapları mıyız? Bunu nerden anlarız? Dön kalbine sor vicdana yabancı değilsen söyler sana... Her gördüğün sakallıyı deden sanma yani kısacası... Samimiyet için, önce kendinle olan yabancılığını ortadan kaldırman şart. Mevlanalar , yunuslar samimiydiler... Ben bunu deyince birisi bana demişti ki, biz Mevlana olamayız... Onlar başka... Nasıl yani?.. Mevlana başka bir tür mü? O da beşer olarak gelmedi mi bu dünyaya? İnsanın en büyük yanılgısı, tekamül yolculuğunu gözünde büyütmesidir belkide... Sanki insanı kamil olmak için 100.000 kitap okumak çile odalarında sabahlamak gerekir, sanıyoruz... Belki öyle de olur, onu bilemem ama bence şartlar yeterince çileliyken, kapitalizm hem sosyal hem de bireysel yabancılaşmaya hizmet ederken çile odasına gerek var mı? Bakmak lazım.. Binlerce bilginin içinde, algısını kaybetmiş bazı biçare insanlar, o eğitimden o eğitime koşarken, durup düşünmeden kişisel gelişim eğitimlerini kapitalizme araç edenlere yine kurban mı oldu acaba? Ne diyeyim? Umarım kendimizi ıslah edebiliriz... Hani derler ya Allah ıslah etsin diye...onu ben pek demem.. Çünkü ıslah işi, nefs terbiyesi işi önce bize aittir... Yok anlamaz isek, o zaman Allah öyle bir ıslah eder ki... Şefkat tokatları ile!!! Onun yerine, "Allah nefsini ıslah edecek feraset ve basiret nasip etsin." derim... Sonuç olarak dostlar, insan kendi ile barışabilir çünkü, bir kişi yaptıysa tüm insanlar bunu yapabilir... ve insan kendini doğru tekâmül ettirecek, temiz bilgiye ulaşabilir, çünkü dua edince kabul olur. Eğer birsinin duası kabul oluyorsa senin de olur... Sadece kalbinin ortamını kontrol et ve niyetini temizle yeter... Burada ne söylüyorsam önce kendimedir... Sizin algınıza düşenler ise ben kendimle konuşurken, sizin ihtiyacınız olanlardan başkası değildir, dostlar... Sevgi ve Muhabbetlerimle, Hicran Arıkan Nisan 2022
- BELKİ DE BU HAYATTA MASUMSUNDUR…
Merhaba Benim Güzel Dostlarım…. Hepinizi ayrı ayrı sevgi ve muhabbetle selamlıyorum... Umarım hepiniz her nerede ve ne yapıyorsanız ruh haliniz “neşeyi” gösteriyordur... Yazdıklarımı gördüğün anda, belki de sende bir mücadelenin içindesin, derdini anlatmaya çalışıyorsun, bildiğinin peşinden gidiyor ama çatışıyorsundur... Lütfen bir saniye dur, derin bir nefes al ve güvende olduğunu hatırla... Bir filmin başrol kahramanı olduğunu hatırla ve bu filmin alternatif senaryolarının olduğunu bir daha hatırla... Sadece seçimlerini değiştirerek filmin gidişatını değiştirebileceğine yeniden inan... İçindeki masum benliğini fark et... Sende bir anadan bir babadan herkes gibi bu alana geldin... Bir senaryonun içinde kendi yaşam deneyiminin peşindesin... Hepimiz birer masumduk buraya geldiğimizde... Hayata inanan yanındı o senin, hep iyimserdi…Oysa bütün derdi huzur ve mutluluğu aramak... Çünkü cennette deneyimlemişti huzuru... Çünkü yaratıcısına yakındı, onun huzurunda olan bir ruh, ancak o şekilde mutlu olabiliyordu. Huzurda olmak, “onun” huzurunda olmak gerçek mutluluktu. Sen, dünya deneyimine gözlerini açtığında, 7 yaşından sonra bilincin devreye girdikten sonra, huzurun kaçmaya başladı. Muhtemelen de mutlu olmayı aradığı şey zannettin... Oysaki sürekli huzur ve mutluluk bu dünyaya ait bir deneyim değildi... Kimse bu bir garip masuma bunu söylemedi ki... Beyhude bir arayışla mutlu olmayı diledi her yeni yılda... Hep birlikte tüm insanlığa huzur, mutluluk diledik... Bunları da sağlık, zenginlik ve barış diye etiketledik...Ama hiçbir zaman tam olarak kabul olmadı… Bir yerlerde topluca yanlış anladığımız bir şeyler olduğu kesindi… Elbette huzur ve mutluluk aramak normal, elbette zengin olmak, sağlıklı olmak ve barış içinde olmak güzel... Ama bunlar bir sebepler perdesinin arkasına gizlenmişti dünyada... Cennete bunlar bize koşulsuz verilirken, dünyada işler öyle yürümüyordu... Çaba olmadığında, deneyimin içine dalmadığın sürece bunlar sihirli bir bulut gibi yok oluyordu... Masum yanının tek amacı güvende kalmaktır.... Tıpkı ana kucağı gibi... Konfor alanındaki her şey orada vardı çünkü… Ana kucağında sorgulanmadan sevildin, zorluklar yoktu, beklenmedik bir gelişme yoktu, risk almak yoktu...İsteklerin anında oluyordu…Huzur vardı... Anne vardı... Sıcaktaydın… Ama bilinçaltına indirdiğin bu deneyim, 7 yaşından sonra senin değiştirmen gereken bir arketip olduğunu sana hiç kimse söylemedi. Nerden bilecektin ki artık büyüdüğünü. O hala masum sanıyordu kendini.Masum benlik sandı ki, her şeyi onun için düşünüp yapacak birileri olmalı. Neden etraftaki insanlar beni anlamıyor, ne var yardımcı olsalar, neden böyle acımasızlar, destek verseler ne olur? İstediğimiz gibi olmayınca oyuncaklarına vurup dağıtan bir çocuk gibi olduk... Bazen bu yaptığımız işe de yaradı, birileri bu “masumun” hiç de masum olmayan oyununa geldi. Masumları onay kölesi fedakarlar kurtardı. Kendini masumun onayı için feda eden fedakarlar, masumun büyümesine engel oldular. Hani "körler sağırlar birbirlerini ağırlar." sözü var ya, ben ona "masumlar fedakarlar birbirini ağırlar." diyorum. Ama bu durum sürdürülebilir değildir... Uyanmış bir fedakâr tarafından "masum" sarsılmaya mahkumdur. Bu durumda masum için iki seçenek vardır, ya "masum maskesini" çıkaracak ya da kendini feda edecek yeni bir fedakâr bulacak. Karşılığında ise, yeni fedakarı da kendi onay kölesi yapacak... Oysaki gerçek bir masum, kendine zarar veren bu sinsi planı yapmazdı. Güvende kalmak için, konfor alanından çıkmamak için kişiliğini oluşturma fırsatını feda ediyordu. Büyümeyi ve tekâmül etmeyi ıskalamak büyük ve kötü bir alışverişti. Varsayalım, "Masum" arketipinde yaşayan bir insansı olduğunu fark ettin...Daha yolun başındasın... Masum arketipi, hepimizin başladığı ilk istasyondur... Belki çabuk fark edenlerden oldun, belki de şimdi fark ettin... Eğer sende masum arketipinden çıkmaya ve büyümeye niyet ettiysen, aşağıda yazdığım güçlü sorulara cevap verebilir misin? 1)Şu anda hangi ihtiyacının ve rahatsızlığının varlığını yok sayıyorsun 2)Varsayalım bastırdığın ihtiyaçlarını ve rahatsızlıklarını fark ettin. Bunu neden yapıyorsun? 3) Onlarla hayatının akışını tıkayıp konfor alanında duran kendi ellerinle koyduğun bu engellerini geçmeni sağlayacak, beraberinde ihtiyaçlarını karşılayıp rahatsızlığını giderecek, öngörebildiğin en küçük adım nedir? Sevgili dostum bu soruların cevaplarını yazmanı temenni ediyorum... Eğer yazarsan beyninde büyük bir farkındalık portalı oluşacak...Yazmak düşünmekken farklıdır... Eğer yazmaya cesaret edersen o zaman belki de senin öngörebildiğin en küçük adımını atmış olursun… Sevgi ve Muhabbetlerimle, Hicran ARIKAN Ocak 2022
- Hipnotik Konuşma Nasıl Yapılır?
Merhaba Sevgili Dostlar; Bilenler bilir, eğer bir yazıya başlıyorsam veya bir videoda size merhaba diyorsam, Hicran Arıkan’dan kucak dolusu sevgi ve muhabbetlerimle, diyerek başlıyorum her zaman… Ezber bir kalıp değil, en içten temennim aslında… Dünyanın temelini oluşturan iki önemli kavramın, sevgi ve muhabbetin çoğalması için söylüyorum. Kim bilir, belki de sadece kendime hatırlatıyorumdur… Sevginin ve muhabbetin, insanların tüm sivri köşelerini törpüleyeceğine inandığımdandır bu ısrarım… Bir düşünsenize sevgi olmasaydı ne yapardık? Veya muhabbet edemeseydik nasıl olurdu? Bu soruların cevabı zihnime düştüğü andan itibaren, derin bir farkındalıkla sarsılıp, çok şükür ki sevebiliyoruz ve çok şükür ki muhabbet edebiliyoruz diyorum. Bunu düşündüğüm her seferde, soğuk bir su etkisi ile şükür yaşıyorum. Bir şeye sahipken yapılan şükür, kaybedip bulduktan sonraki şükürden daha kıymetlidir ve kaybetmenin önündeki tek muhafızımızdır bu şükür halimiz… Bu aralar, anlam kayması yaşayan bazı kelimelerin doğru anlamlarını hatırlayıp, zihnimde yeniden mana bulması için kendi içimde başlattığım bir şükür kampanyasındayım efendim… Bugün ise muhabbet kelimesinin derinliklerine daldım… Bence ve genel açıklamalara göre muhabbet; Sevginin coşkulu şekli ile aşkla ifade edilmesi, sevgi, sevme, sohbet, ruhun kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi demek. Öyleyse bu açıklamadan sonra, muhabbet etmeyi sıradan bir konuşma veya geyik muhabbetine indirgemek, kelimenin manasına büyük haksızlık olabilir. İnsanların birbirinden farklı yönleri vardır. Farklı siyasi görüşlere sahip olabilirler, inançları farklı olabilir, farklı kültürlerde yetişmiş olabilirler ama bazı konularda ortak bir payda yakalayabiliyorlarsa, bu insanlar mutlaka anlaşır. Ortak payda değeri ne kadar büyükse, ilişki o kadar basit(kolay) bir iletişim haline dönüşür. Tıpkı paydası büyük, payı küçük kesirlerin, basit kesir olması gibi… İnsanların anlaştıkları konular her ne ise, o konularda birbirlerine muhabbet besleyip derin sohbetler yapabilirler. Yapılan bu sohbetlerin taraflarda bıraktığı lezzet sayesinde, birbirlerinin kusurlarını daha az görürler ve artık farklı görüşte oldukları konularda bile, daha başarılı empati kurabilirler. Bu durumda, derin sohbet edebilen insanların, empati yeteneği de derinleşmiştir diyebiliriz. Çünkü derin sohbet sırasında birbirlerinin sözünü kesmek yerine, birbirlerinden öğrenebileceklerine odaklanırlar. Her iki tarafta sırayla, hem verici hem de alıcı durumdadır. Derin sohbetin yapılabilmesi için, kişilerin konu hakkında genel geçer bilgilerin dışında daha kapsamlı bilgiye sahip olmaları gerekir. Ne kadar çok bilgi varsa, sohbet o kadar boyut, yani derinlik ve lezzet kazanır. Yüzeysel bir iletişimin bağları yüzeyde, derin bir iletişimin bağları ise derinlerdedir. Bu durumda da, kalıcı dostluğun neden derinlik isteğini, daha iyi anlıyoruz değil mi? Derin sohbet sırasında, iki insanın kalpleri arasında enerji transferi gerçekleşirken, güçlü muhabbet bağları kurulur ve pek tabi empati kendiliğinden gelişir. Kalpten kalbe olan bu enerji transferi sayesinde, iki kalp her zaman birbirine dönüktür ve dosttur. Derin sohbet anında, dünya dursa umurunuzda olmaz ne yediğinizin ne içtiğinizin ne de nerede olduğunuzun önemi vardır. Bu durum size, beynin muazzam bir yeteneği olan, akışa geçme halini kolay bir şekilde deneyimletebilir. Adına akış dediğimiz bu deneyim, üst düzey bir psikolojidir. Akış halinde olan kişi, onay ve karşılık beklentisinde değildir. Asıl kazanç akış deneyiminin kendisidir. Başarı ise onun yan ürünüdür. Akış halinde iken, beyin maksimum performansa çıkar. Duygusal ve analitik zekâ aynı anda devrededir. Zaman ve mekân kavramlarının anlam yitirdiği bir deneyimdir. Benliklerin sustuğu, yüksek bir bilinç halidir akış hali… Şimdi sizden, dostlarınızla derin sohbeti yakaladığınız anlarınızı düşünmenizi istesem, nasıl bir lezzet, coşku ve aşk vardır orada? Hatırlayabilir misiniz? Karşılıklı bilgi transferi yapabildiğiniz bir muhabbetin lezzetini yakaladığınız insanlar ile iletişimde misiniz? Eğer derin sohbet edemiyorsanız, o zaman donanımınızı artırmanız gerekiyor olabilir. O halde ilgi alanlarınızı, sizi heyecanlandıran konuları yeniden gözden geçirebilirsiniz. Empati yeteneğinizi geliştirmeye çalışmak da işin bir diğer boyutudur. Çocukluk zamanlarınız bunun için en doğru referans noktanızdır. Çocukluğunuzu düşünün, mutlaka en saf duygularınızla, bildiğiniz konuları arkadaşlarınıza heyecanla anlatırken, muhabbet bağları kurmuşsunuzdur. Çünkü çocuklarda, negatif duygular henüz yoktur. Çocuklar konuşurken çıkar gözetmezler, oradaki amaç paylaşmaktır. Paylaştıkça keyif alır çocuklar. Ama büyüdükçe, negatif duygular üretilebiliriz. Eleştirmeyi öğreniriz, çekingen kalabiliriz, art niyet ararız, paylaşmayı unuturuz, kıskançlık baş gösterebilir, egosantrik olabiliriz… Şimdi, bu yazdıklarım arasında gözlerinizi gezdirirken, bir yandan da muhabbet etmek, neden bu kadar önemli diyen bir tarafınız da var olabilir… Aranızdan, sonuç odaklı beyin yapısı aktif olanların, bunu sorduğunu düşünebiliyorum… Cevap vereyim efendim, Maksat muhabbet etmek, sonuç tekâmül etmek… Hani çoğunuzun bildiği meşhur sözü hatırlayalım… Küçük insanlar KİŞİLERİ, ortalama insanlar OLAYLARI, büyük insanlar ise FİKİRLERİ konuşur… Muhabbetin tanımında ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi demiştik. Öyle ise ben neye meylediyorsam, ruhum oradadır… Eğer ben, kişileri veya olayları konuşmaya meylettiysem, o zaman küçük veya orta seviye bir insan olurum. Ama ruhumla fikirleri konuşuyor olabilirsem, muhabbeti, olgunlaşmak (tekâmül etmek) için bir katalizör olarak kullanabilirim… İnsan 20 yıl kütüphaneden çıkmasa, belki de dostlarla fikirleri konuşurken elde ettiği açılımları elde edemeyebilir. Her zaman söylerim, bilgiyi edindikten sonra, onu reaksiyona sokmak gerekir. Bir an evvel sahaya çıkmak, paylaşmak/uygulamak gerekir. Binlerce kitap okusak, yıllarca dünyayı gezsek, paylaşacak, üstüne açılımlar yaşatacak dostlar ve muhabbetleri yoksa, bilgisayarda üzerine tıklanmamış bir klasörden, farkı olmaz insanın…. Bu yüzden fikirleriniz konusunda muhabbet edebilecek dostlarınız varsa, siz dünyanın en hızlı tekâmül yolcusu olabilirsiniz… Muhabbet etmek, sadece konuşmak değildir bana göre…. Muhabbet etmek, belki de önce dinlemeyi öğrenmektir… Konuşma gereği duymadan, sessizce bir sonraki anlatılacakları heyecanla beklediğiniz konuşmaların içinde oldunuz mu hiç? Size ilham verecek fikirleri, yıldız gibi etrafa saçan insanları dinlediniz mi? Evet, bu bir doğal yetenektir… Ancak hepimiz konuşabildiğimize göre hepimizde bu potansiyel vardır… İyi konuşmak demek, aslında bir yandan da kendini keyifle dinlettirmek demektir… İyi bir konuşmacı, ikna etme derdinde değildir. İyi bir konuşmacı doğaldır, asla kendini kasmaz. İyi bir konuşmacı, hata yapmaktan korkmaz, hatta hata yapar ve hatayı kendine yakıştırır. Sevgili dostlar, dünyada bu konuda hem kişisel hem de akademik olarak Milton H. Erickson en başarılı örnekler arasındadır. Kendisi doğal olarak hipnotik konuşma yeteneğine sahip ve bunu geliştirmiş bir psikolog ve psikiyatristtir. Dikkat ederseniz hem akademik hem de kişisel olarak başarılı olduğunu belirttim. Kişisel başarısı, mucize niteliğinde… Kendi bilinçaltına verdiği telkinlerle felçli yatağından kurtulmuştur. Bedenine ve kendi bilinçaltına hükmedecek kadar, kendinden haberdar bir kişi olması, işte bıraktığı mirasın ne kadar kıymetli olduğunu bize gösteriyor. Milton H. Erickson toplu halde, gözler açık vaziyette telkin verebilirdi, bulunduğu her ortamda konuşmaları ile hipnoz edebilirdi. Milton Erikson’un, NLP’nin kurucuları, John Grinder ve Richard Bandler tarafından, bilinçaltına hitap eden konuşamaya nasıl sahip olduğu, uzun süre araştırılmıştır… Öyle enteresan bir anlatımla, tereyağından kıl çeker gibi bu işi yaptığını gördüklerinde, hayrete düşmüşler…İşte NLP (Nörolinguistik Programlama)’nin bir konusu olan hipnotik dil kalıplarının temelleri, o yıllarda böyle atılmış…Bizim de her ay düzenli olarak yaptığımız adına “Hipnotik Konuşma Sanatı “ dediğimiz atölye çalışmalarımızda, https://www.youtube.com/watch?v=tZlLQpFtj5I katılımcılarla Milton Erikson’un bu tekniğini deneyimliyor, sonrada bol bol örneklerle pekiştiriyoruz… https://www.youtube.com/watch?v=3hWOyuYKXQE https://www.youtube.com/watch?v=8BZNa-XqlU8 Sevgili dostlarım her ne yapıyorsak yapalım, iletişim bunun en önemli parçasıdır…Anne baba iken, eş iken, öğretmenken, öğrenci iken, akademisyenken, çalışanken, işverenken…. Düşüncelerimiz her şeyin başı iken konuşma şeklimiz, düşüncelerimizin kıyafetleri gibidir. Onları sahneye nasıl çıkardığımız, üslubumuz, sıralamamız, ses tonumuz mimik ve jestlerimiz … İşte bu, konuşmayı bir sanata dönüştüren unsurlardır… Hayallerimizin gerçek olması için, önce kendi zihnimizin ikna olması gerekir. Hipnotik konuşma sanatı da önce insanın kendi bilinçaltını ehlileştirir. Etkin konuşmak, evet bir sanattır. İyi bir konuşmacının kendini ifade etmek için, çok fazla cümle kurmasına gerek yoktur. Bu yöntemle kendinizi anlatmak için sinirlenmez, öfkelenmezsiniz ya da anlamıyorlar diye üzülmezsiniz... Bu sayede, günlük enerjinizi kendinizi anlatmak için harcamak yerine, tekâmül yolculuğunuza çıkabilmek için alan açarsınız. Hayatınızın merkezine, kişileri ve olayları değil fikirleri almaya başlarsınız... İnsan, yaşamak için enerjiye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Tüm canlılar gibi... Enerji ise hem bedensel hem de zihinsel faaliyetler ile üretilir... Güne başlarken, o anki enerjiniz belki tüm insanlardan daha fazla olabilir (çok kaliteli besleniyor, iyi uyuyor bununla birlikte zihinsel performansınız da hatırı sayılır oranda yüksek olabilir. ) ama, kendinizi ifade edemediğinizde, girdiğiniz gereksiz bir çaba hali varsa, aniden oluşan stres sonucu ile birlikte, bizdeki enerjinin hızla tüketilmesine neden olacaktır. Bu yüzden enerji üretmek ne kadar önemli ise, enerjiyi verimli kullanmak da o kadar önemlidir. Bu enerji kaybı gizlidir ve pek çok insan bu işi bu açıdan değerlendirmeyebilir. Bu durumu, bir arabanın yakıt deposunda, delik olması gibi düşünebilirsiniz... Bence insan, bir işi aşk ile yaparsa; bu insana büyük bir enerji paketi olarak geri döner. Etkin bir iletişim ise sizi konuştuğunuz şeye aşk ile bağlar. Bu paketin içinde maddi kazanç, zihinsel enerji, ilham, akıl, dostluklar ve pek tabi gelecek ile ilgili bağlantılar vardır...Bir işi aşk ile değil de mecburen yaparsak, sadece biraz para kazanırız... Ama bu kötü bir alışveriştir, çünkü bu alışverişte, mental ve bedensel olarak erken yaşlanmanın karşılığı, biraz para kazanmaktır... Bu yüzden nerede aşk varsa biz hep ordayız dostlarım... Sevgi ve Muhabbetlerimle; Hicran ARIKAN Ocak 2022
- Farkındalığın içindeki, farkındalığı fark etmek...
Merhaba sevgili dostlar... Hepinize kucak dolusu sevgi ve saygılarımla kaleme alıyorum bu yazımı da... Farkındalığın içindeki, farkındalığı fark etmek, dedim... İnsan belki zamandan geçtiği veya zamanın insandan geçtiği bir yolculuk halindedir... Bu halde doğru olan ve değişmeyeceğinden emin olduğumuz tek şey her şeyin değiştiğidir... Hiçbir şey aynı kalmaz , kalamaz... Değişim dediğimiz şey bazen gelişimdir, bazen de bozulmadır, veya çürümedir... Olgunlaştığını sanmak ise çürümenin başladığı yerdir... Yani her değişim, bir gelişim değildir... Ama değişim hep vardır... Burada insana düşen, değişimin gelişim yönünde olmasına hizmet eden seçimler yapmasıdır... bu bahsettiğim şey öyle yüksek bir odak gerektiriyor ki, işte bu yüzden de bugünkü yazımın konusu bu oldu... Bazı kelimeler vardır duyarız ama bizim için sıradan bir kelime gibi gelip geçer... Şimdi size desem ki öyle bir kelime var ki, bu kelimeyi gerçekten hakkını vererek yaşadığınızda bütün hayatınızın anahtarı olacak... Belki merak ettiniz... Acaba hangi kelime benim cüz'i irademi elime almamı sağlar ve tek bir kelime tüm yolumu nasıl aydınlatabilir? Evet az önce söyledim... Bazılarınız gerçekten fark etti , bazılarınız ise öylece satırda yanından geçip gitti... Şimdi dikkatimizi bu anahtar kelime yeniden çekelim... Kelimemiz, odak... Yukarıda yazmama rağmen belki de dikkatinizi yeterine çekmemiş olabilir... Ama şimdi, bu kelimeye tüm dikkatimizi verirsek, yanına yaklaşıp bize neler fısıldadığını duyabiliriz... Dikkat bir enerjidir aslında... ve insan dikkatini neye verirse, odağı da oradadır... Elinizde pilli bir fener hayal edin, uzun ve karmaşık yolları olan bir yer altı mağarasındasınız ve her yer zifiri karanlık... İşte burada elinizdeki fenerin pilleri, var olan dikkat enerjiniz... Odağınız ise feneri nereye tuttuğunuzdur... Her insanın doğuştan donanımında bir feneri vardır... Kimileri fenerinin farkında değildir, karanlıkta ilerler ve hiç feneri olduğunu bilmediği için ona fenerini bulmasını söylesek de tanımsız gelir... Kimileri fenerini yakmıştır ama feneri nereye tutacağı hakkında bir düşüncesi yoktur... Bu yüzden gelişigüzel duvarlara fener tutmaktadır... Herhangi bir çıkış yolu aramadığı için de feneri bulunduğu yerde kalabilmek için kullanır... İşte sonuç odaklılık dediğimiz kavram da, aslında feneri yola doğru tutmaktır diyebilirim... Öyleyse fenerini yakmış birisi için odak sorunu yoktur, feneri mağarada bulunduğu yeri aydınlatmak için de kullanabilirsin... Yani odak sorunumuz yoktur, biz insanların... Sonuç odaklılık sorunumuz vardır... Fener vardır ama tutmamız gereken yeri bilmeyiz. Eğer sizin bulunduğunuz mağaradan dışarda bir dünya olduğu hakkında bir fikriniz yoksa çıkışı aramak gibi bir çabanız da olmayacaktır... İşte bu yüzden insan, zifiri karanlıkta, elinde bir fenerle kendini mağarada fark ettiğinde, ilk önce dışarda gün ışığı olduğu bilgisine teslim olması gerekir insanın... Mağarada yaşarken, dışarısı ve aydınlık diye bir şeylerin olduğuna önce inanmış olmak gerekir. Mağarada olduğunuzu fark ettiğiniz anda çıkışı aramak istersiniz... Ama aklınızda, aydınlık hakkında henüz bir bilgi yoktur... İşte burası kabul etme ve teslim olma halidir... Şimdi ise feneri duvarlara tutmak yerine yola, çıkışı aramaya doğru tutma hali, içsel bir arzu ile karşımıza çıkacaktır... Sonuç odaklı olma hali, sonuca karşı duyulan bir arzu ile ancak mümkün olabilir... Kişinin bir inandığı bir amacı olmazsa, doğal olarak sonuç odaklı olmasını bekleyemeyiz... Bu yüzden nasıl sonuç odaklı olunur diye bir soru sorsak, bu soruya soracağımız karşı soru; Ulaşmak istediğin şeyi biliyor ve ona doğru bir arzu ve merakla çekiliyor musun ? olurdu. İşin bu kısmını hallettikten sonra elbette elimizde neler var onlara bakmamız gerekiyor... Eğer kendinize, yoldaki diğer kişileri geçmek gibi sanal bir hedef koyarsanız, o zaman çıkışı bulmak noktasında bir döngüye girme ihtimaliniz çok yüksektir... Çünkü yol boyunca yolda gördükleriniz sürekli değişecek, etraftaki yolcular ile ilgilenmek, yerinde oturup hiç çıkış aramamaktan daha fazla bir yol kat ettirmeyecektir size... Gördüğünüz yolcu kim bilir kaçıncı deneyimi ve ona bu yol ne katıyor... Gittiği yolu eleştirmek ve onaylamak, bizim bir filmi ortasından izlemek gibi bir duruma düşürür ki hiçbir insan, bir başkasının filmini tamamen izleyemez, tek hakim olabileceğimiz film kendi filmimizdir. Aslında birilerinin ne yaptığı ile nereden gittiğine kafa yorma hali, çıkışı bulma arzusunda bir yetersizlik yada çıkışın olduğuna dair tam teslim olmama hali de diyebiliriz... Kişinin başkalarının seçimleri hakkında iyi veya kötü yorum yapmaya başladığı yer ise, işte mağarada ki bu haldir... Diğer insanların ne yaptığını konuşuyorsanız, sahip olduğunuz feneri onların ayaklarına tutmuşsunuz demektir.. Hani derler ya dost başa düşman ayağa bakar. Kim bilir belki de bundandır... Dost ise, gittiği yola değil aklına bakar, ondan akıl alıp kendi çıkış yolunu bulmak için sadece bir girdi kazanır, tavsiye alır...Bazen dostlar hal dili ile bile çok şey aklettirir insana... Ancak gerçek aydınlanma, kendi yolunda gitmekle mümkünüdür... Bu yüzden ben kimseyi haddinden fazla övülmemesi konusundaki düşünceye çok inanıyorum... Çünkü insan yolunu ararken hata yapar... Biz gittiği yolu doğru sandığımız, peşinden gittiğimiz kişi çıkmaz sokağa girince onu yargılama enerjisine yenik düşeriz... Oysaki o kendi yolunda giderken onun peşine takılan da bizizdir... Eğer bir kişiyi övmüyorsanız, tam tersi kınıyorsanız da yine onun peşinden gidiyorsunuz demektir... Çünkü kınamak için hangi yoldan gittiyse, peşinden takip etmişiniz demektir... Özetle bu yolculukta sadece feneri nereye tuttuğumuza dikkat etmekten başka bir referans noktamız yoktur... Bu arada bizi yolumuzdan çevirmek isteyecek pek çok şey olacak... Bazen vakit kaybedeceğiz, düşeceğiz ama bu kaybı ilerde daha hızlı yürümek için bir deneyime dönüştürmek şartı ile her türlü durumu normal karşılamak hoşgörüsü ile kalmış olmak gerekiyor... Sonuç odaklı düşünce ise burada en kıymetli zihinsel enerji kaynağımız olacak... Aşağıdaki şemada insanın başarı döngüsü için bir sırlama mevcut. Herhangi bir konuda başarılı olmak istiyorsak öngörüye ihtiyacımız vardır... Ancak öngörülü olan insanlar başarılı olabilir... Eğer öngörülü olmazsak, tepkisel( ilkel) davranışlarla başarı ayağımızın altından kayıp gider... Öngörülü olmak için bir odak noktası olması gerekir. Tıpkı mağaranın çıkışını bulmaya çalışmak gibi.. Her gün o çıkışı bulmak için adımlar atmak ve feneri yola tutma hali... Elbette bunun için enerjiye ihtiyacımız var... Bu enerjiyi hem bedensel hem de zihinsel faaliyetlerimizle elde ederiz... Zihinsel faaliyetler ise, ancak düşünce ile mümkün olabilir. Ancak bu düşünce sonuç odaklı düşünce ise enerji üretimi mümkündür. Aksi halde negatif enerji üretimi söz konusu olur... İşte tam burada kendi bilinçaltınızın konuşma dilini bilip, kendi işimi kendimiz halledebilsek düşünceyi nasıl gerçek bir pozitifliğe çevirmek nasıl olurdu demek lazım...Buna elindeki feneri nasıl kullanacağını anlatmak da diyebiliriz... Başkasının fenerinin ışığında ne kadar yol alabiliriz ki?.. Hipnotik konuşma sanatı eğitiminde bu konuyu odağımıza alıyoruz efendim... Eğer aramıza katılmak isterseniz feneri kullanma konusunda konuşuyor ve denemeler yapıyor olacağız... Biz mağarada ilerlerken, bir aydınlığın olduğu farkındalığının motivasyonu ile yoldayızdır.. Ancak bu iş bu kadar tek katmanlı değildir. Yani fark ettim yola çıktım kadar kolay değildir ... Farkındalık içinde farkındalık gerektiren bir yolculuktur insanın yolculuğu... İnsanlar bir konuyu öğrendiklerinde yola çıkmamışlarsa sadece ilmen yakındırlar... Aynel yakin olmak için yola çıkmak gerekir.... Ama yolda olmak yoldan çıkmayacağın anlamına da gelmez... Bunun için hakkel yakin olmak gerekir. Yolda sürekli amaçtan saptıracak faktörler çıkacaktır... Ve biz bunları dış faktör zannetsek de etraf yüzünden düştük, etraf yüzünden geri kaldık zannetsek de aslında içimizdeki benlik tasarımlarımızdaki zayıf noktalarımız yolda karşımıza çıkanlardır... Bunu fark etmek farkındalık içi farkındalıktır... Ancak bunun içinde de bir farkındalık vardır.. Henüz onu da bulmadıysan ilerde yine ve yine yoluna çıkacaktır... Benliklerimizi tanımadan onların yaralarını sarmadan odak noktasını aynı yerde tutmak süründürülebilir değildir... Bu yüzden insan kendi benlikleri ile çok iyi tanışmış, kişiliğindeki karanlıkta kalan tarafları kendi için açığa çıkarmış olmalıdır... Bir doktora gidersiniz, yada bir enerji terapistine... Aslında bunun sebebi yola çıkmak ve başarılı olmak için ihtiyacınız olan enerjiyi üretemeyen zihniniz ve bedeniniz yüzündendir... Bir doktor yada enerji terapisti sizi kendinize getirecek ilk benzini yükler esasında... Ancak bazı insanlar aldığı bu enerjiyi yola çıkmak ve odak noktasına fener tutmak için değil yine duvarlara ve başkasının ayaklarına bakarak tüketir... Ve sonra yine aynı psikolojik buhranların veya bedensel sorunların içine düşer... Buradaki farkındalık içinde farkındalığa uyanmamız gereken durum çok kıymetli... İnsanın kendi aklı ile düşünüp bulmadığı hiçbir metod onu tekamül ettirmez... Başka bir kişi size katalizör olur ama sonuca ulaşmanızı sağlamaz... Kişi bireysel bir gayret inaç ve arzu geliştirmedikçe yapılan herşey sanal ve akıl karıştıran uygulamalardır... Kim olursa olsun herkesin yolculuğu bireyseldir... Ancak yol hakkında bilgiye sahip daha önce yola çıkmış kişilerden sadece bilgi alınır ama kimse kimseyi sırtında da taşıyamaz... Bu yüzden sevgili dostlar, sizi farkındalık içi bir farkındalığa davet ediyorum.. Mağarada zifiri bir karanlıkta elimizdeki fenerlerle yol bulmaya çalışırken, kendi aklınızı koymadan yaptığınız bütün çabaların sizi başladığınız noktaya, zaman kaybettirerek geri getireceğini bilmelisiniz... Başarılı olmak istemek demek özgür olmak istemek ile aynı şeydir... Eğer hayatta büyük veya küçük pek çok bireysel hedefiniz varsa ve bunlara ulaşıyorsanız kendi özgür iradenizle aklınızı kendinize has çözümler geliştirdiğiniz ve enerjinizi doğru yere doğru şekilde harcadığınız içindir... Sevgi Ve muhabbetlerimle Sevgili yol arkadaşlarım. Hicran ARIKAN 22.12.2021
- Anne Baba Arasında Kalan Yetişkin Çocuklar
Evet sevgili dostlarım ,sizlerle buluşmayalı yine baya zaman olmuş .Klavyem yine benden önce gidiyor. Hepinizi ayrı ayrı selamla, saygıyla ve hasretle selamlıyorum... Bugün müthiş bir konudan bahsedeceğiz. Belki de öyle bir konu ki, eğer bakış açınızı değiştirebilirseniz çok ciddi açılımlar yaşatacağına emin olduğum bir konu... Şu anda benim okur kitlemi düşünürsem büyük bir çoğunluğu evli ve çocuk sahibi genç ve orta yaşlılardan oluşuyor. Bir kısım ise genç ve henüz evlenmemiş üniversite eğitimi çağında.... Aslında bu hedef kitleye uygun, dediğim gibi şahane bir konum var... Bu konu sayesinde, hem farkında olmadan taşıdığınız geçmişin yüklerinden kurtulacak, belki de, anda size gelen imtihanları fark edeceksiniz. Peşin peşin söyleyeyim konuyu ebetteki kuantum yaşam felsefesi çerçevesinde işleyeceğim. :-) Hadi bakalım başlıyoruz... Yazımın içinde mutlaka ve mutlaka kendinizden birer parça bulacağınızı tahmin ediyorum. Çünkü başlıktaki konu Türkiye'deki ailelerin çoğunda, epigenetik bir miras gibi, pek çok kişide belli oranlarda olan bir tekamül farkındalığı... Umarım bu yazdan sonra çoğumuz fark edip, idrak edeceğiz. Pek çok psikolojik metinde anne baba arasında kalan çocuklardan bahseder ama, çok az kişi büyümüş kocaman kadın, kocaman adam olmuş insanların anne baba arasında kalmaya halen devam ettiğini ve aslında düğümün de buradan çözüleceğini söylemez. Yıllarca anne baba arasında ayrı ayrı kalmış bu insanlar evlendiğinde, ilahi sistemin düğümü çözsün diye sunduğu imtihanları fark etmeyip, kendi evladını da aynı duruma, hiç istemeyerek düşürdüğünü görmeden, eşi ile anlaşmazlığa düşer... Aslında sadece düşüncedeki bir değişiklik, bakın nasıl da çorap söküğü gibi, bizi bu konudan özgünleştirecek ve pek tabi imtihanı ortadan kaldıracak... Şimdi hızlı hızlı konuya gireyim. Sizi yeterince meraklandırdığımı düşünüyorum. Anne baba arasında kalan yetişkin çocuklar dedim başlıkta dikkat edin. Anne baba arasında kalan yetişkinler demedim. Rahmeti Doğan Cüceloğlunun " Yetişkin Çocuklar" isimli değerli eserine atıf yaparak başlayalım.Bu vesileyle onu da tekrar rahmetle anmış olalım. Neydi yetişkin çocuklar? 7 bilemedin 9 yaşına kadar çevresindeki her veriyi doldurulan bilinçaltı ile 30-40 -50-60-70 ... yaşlarına kadar sorgulamadan yaşayıp, karar almaya çalışan yetişkin bedenli çocuk akıllı, insansı varlıklar diyebiliriz bence... Şimdi bilinçaltı konusuna girmeden ( o konuya girersem yazının amacına dönmem zor olur...) bu kadar bilgi ile ilerleyelim... Efendim, çocukluğunda anne babası arasında kalmış , büyüdüğünde de bu etkiden sıyrılamamış olanlar için yazımız. Bahsettiğimiz etki %100 olanlara da var, sadece bir kaç konuda olanlar var veya sadece bir konuda olabilir. Ama sonuçta hala devam eden bir etki ve kişinin ruhunun özgürleşmesini engelleyen bir etki. Şimdi, önce bunu fark etmeye niyet ederek başlayalım... Çocukken anne ve babanızdan birisinin tarafına daha yakındınız belki de... Yakın olduğunuz tarafın bakış açısının gözlükleri ile diğer ebeveyninize baktığınız için onu anne veya babanız gibi değil, tarafını tuttuğunuz ebeveyninizin düşüncelerine göre uzun süre yargılamış olabilirsiniz. Şimdi burada biraz duralım ve konuya dikey bir dalış yapalım... Annesi tarafından yıllarca babasının eleştirilerini duyan veya yıllarca babası tarafından annesi eleştirilen bir çocuk olarak büyümüş olabilirsiniz. O yaşlarda bunun ayrımını yapabilecek yeterlilikte olmadığınız için, muhtemelen size yakın olan ebeveyniniz tarafından babanızı veya annenizi tam tanımadan, bedenen yanınızda olmasına rağmen ruhen uzak büyüdünüz. Yani annesiz veya babasız bir çocuk gibi, onlar hayattayken bir kanadınız kırıldı, ya yetim yada öksüz kaldınız ve belki de bunun acısını anlamadan yaşadınız... Şimdi, bu farkındalıktan sonra, kendi ellerimizle evlatlarımızı belki öksüz belki yetim yapan biz olabilir miyiz? diye, arada durup sizde bir bakın derim... Yaş ilerledi tabi, ergenliğe adım attınız... Kişiliğinizi bulmaya çalıştığınız dönemlerde, size yakın olan ebeveyne de zamanla ihtiyacınız azaldı... Bu durumda kişiliğinizde oluşan duygusal şemalarınızla beraber iki olasılık var. Olasılık: Yakın olduğunuz ebeveyn ile yakınlığınız gün gün azalmaya başlıyor... Yıllarca onun gözlüğünüzden baktığınız belki de yargıladığınız ebeveyninizle tanışıyor yakınlaşıyor gibi oldunuz. Aslında o hiç de öyle biri değilmiş demeye başlamış olabilirsiniz. Özlemini çektiğiniz ebeveyninizi yıllar sonra bulmuş gibi yeni bir ilişki başlayabilir. Ama burada gizli şeker gibi duran bir epigenetik mirası almaya başladınız... Şimdi de, yıllarca sizi diğer ebeveyninize karşı kışkırtan ebeveyninizi, eleştirmeye başladınız çünkü sadece gözlükleri değiştirdiniz... Bununla birlikte, içinizde ona karşı bir öfke çoktan kök salmaya başladı... Bu arada şuna dikkat çekmek isterim ki, bu senaryoda, evladını diğer ebeveyne karşı kışkırtan taraf, şimdi kaderin mükemmel zamanlaması ile aynı koltuğa oturdu bile... Maruz bıraktığı duruma kendisi maruz kalmaya başladı... Ama ben burada sizin durumunuz ile ilgileniyorum... İçinde bulunduğunuz durumda, duygularınız aynı, sadece roller değişmiş durumda... Öksüzken yetim, yetimken öksüz oldunuz... Değişen tek şey bu... Öfke, yine bir kor gibi içerde... Şimdi 2 . Olasılığa geçelim ; Kişiliğiniz geliştikçe, kimseye ihtiyacınız olmadığını düşünüyorsunuz. Bir ebeveyninizle aranız zaten çok iyi değil. Diğer ebeveyninize de olan bağımlılığınız azaldı... Artık kimseye ihtiyacınız yok ... Siz onların arasında kalmaktan bıktınız ve bir karar aldınız... Ne halleri varsa görsünler... Şimdi bu sonuçta, her ikisinden de eşit mesafede uzaksınız... Kimseye eyvallahınız yok... Bu senaryoda da da dikkat çekmek isterim ki , evladını diğer ebeveyne karşı kışkırtan taraf sonuçta yine aynı koltuğa oturmaya mahkum olmuştur. Küçük yaşlarda kendi bakış açısını zorla dikte ettiği küçük çocuk şimdi, bırak aynı bakış açısını veya diğer bakış açısını, Bakmıyor bile... 1.olasılığa geri dönecek olursak.... Hayatın diğer ebeveynin tarafından daha güzel göründüğünü sanıyor...Bu psikolojideki balayı etkisinden başka bir şey değil... Yıllarca kandırılmış hissi ile içerdeki öfke, sinsice tutuşmaya devam ediyor. Bu olasılığı, kuantum alanda yaşayan bir kişi, yetişkin olduğunda fark etmemeye devam ettiği sürece bir kısır döngü labirentine girmiş demektir ... Evlenmiş, aileden ayrılmış olsa bile, her İki ebeveyn arasında kalmaya devam etmektedir. Şimdi yeni müttefiki ile diğer ebeveynini yargılıyor... Bir yandan da eski müttefikine olan vefası sızıntı halinde hala devam ediyor... Yaş ilerledi, ergenlik hormonları dengeye geldi ama iki ebeveyn arasında, şimdi bir voleybol topu gibi ömür sürüyor... Bir tarafta annen şöyle böyle... bir tarafta baban şöyle böyle... İnsanın bu hayatta en büyük yükü herhalde, kendi anne veya babasının gıybetini yapmak zorunda kaldığı zamanlar olabilir. Hani yetişkin çocuk dedik ya ... İşte bunu neden dediğimi bir daha düşünün... Çocukken anne babamız mutlu olsun, onlar ayrılmasın onları hep mutlu görelim isteriz... bu çok tabii bir istektir. Ancak bu istek kontrolden çıkıp, onların her tartışmasında kendi üstümüze alma ile farkında olmadan ağır bir sorumluğu da dönüşebilir... Zamanla her iki ebeveyn de çocuklar üzerinden ilişkilerini yürütmenin rahatlığını tadar... Anne ve babanızın arasına girip, her düzelttiğinizde, sırtınıza daha fazla bir yük alırsınız. Bu durum öyle bir yüke dönüşür ki, anne babanıza anne baba olmaya başlarsınız... İşte aranızdan, böyle bir rolü üzerine aldığını fark eden sevgili okurum, sana sesleniyorum... Ne yaparsan yap asla senin çabalarınla o ilişki dengeye gelmeyecek...Gelmeyecek ki sen fark edip tekamül edeceksin. Özgürleşeceksin. Sen tıpkı lastikli çarşaf gibi ilişkinin neresinden çekersen, aksi taraftan yeniden çıkacak... Şimdi tek yapman gereken, o çarşafları senin değiştirmen gerekmediğini anlamak. Çünkü o yatak senin değil... Hayattaki imtihanlar epigenetik aktarımla kendi evlatlarımıza da kalır... Sen tüm bunları yaşarken kendi ilişkinde de aynı döngüde olduğunu görebilmeni istiyorum... Belki de evladın şu anda tıpkı senin çocukken yaşadıklarını yaşıyor olabilir, içinizdeki fırtınalar aynı ve sen gözünün önünde bunu fark edemiyor olabilirsin... Bunu fark ettiğin anda, ve sadece doğru seçimi yaparak, sahnenin bir anda değiştiğini görebilirsin. Artık pozitif bir aktarımla senden sonraki tüm nesillerin vesilesi, hatta kendinden önceki atalarının da hayr'ına hizmet etmiş alacaksın... Peki buradaki imtihanın amacı ne olabilir? Sadece karışmamak mı? Asl olan nefsani terbiye ise benim yardım etmeye çalışmam, nasıl bir nefsani terbiye olabilir ki? Benim amacım anne babama yardım etmek... Sevgili kardeşim, burada biraz daha derin düşünmelisin... Anne ve babanın arasını yaparken hangi karlılığı elde ediyorsun? İnsanlar çocukken 0-7 yaş arasında olumsuz işlevsiz duygusal şemalar ile bilinçaltlarına belli kodlamalar yaparlar. Bunlar böyle bir durumda, kendini feda , terk edilme , onay arayıcılık, haklılık ,duygusal yoksunluk, kusurluk, tecrit edilme/sosyal izolasyon, bağımlılık, yetersizlik ,dayanıksızlık, gelişmemiş benlik ,başarısızlık, boyun eğicilik, duyguları bastırma/ aşırı sorumluluk ,cezalandırıcılık olarak ortaya çıkabilir. ( kişisel dönüşüm kampıma katılan okurlarım bilirler uzun uzun incelemiştik bu şemaları dönüştürmüştük...) İşte bu kodlamaların bir veya bir kaçının pençesinde olan insan, bir türlü doğru seçeneği gözlemlemeyebilir. Sizi aynı labirentte tutan, bu işlevsizi olumsuz bilinçaltı yazılımlarını, dönüştürmek zannedildiği kadar zor değildir aslında...Sadece bakış açsını değiştirmek kadar kolaydır... Ama insanın önce niyeti ile yüzleşmesi gerekir. Anne bananın arasını sen düzeltince ne elde edeceksin? Sorusu , belki de düğümü çözebilir.. Belki de ailedeki kurtarıcı rolü hoşuna gidiyordur. Belki hala ailene bağımlısındır. Belki hak dağıtarak, haklı çıkmak istiyorsundur. Belki duygularını ifade edemediğin ebeveyn tarafına bu yolla mesaj gönderiyorsundur. Belki bir tarafı cezalandırma fırsatı elde ediyorsundur. Belki sadece itiraz edemediğin için boyun eğiyorsundur. Daha pek çok neden olabilir ama sen negatif yazılımlardan özgürleşmediğin sürece, ruhsal bir olgunlaşma sürecini başlatamazsın. Bu süreç nefsin, işlevsiz yazılımlardan arınmasıdır... ve amaç, özgür, tam ve bütün bir insan olmaktır. Peki hocam, bunu fark ettik de nasıl söyleyeceğiz... Bizden yardım bekleyen, gözümüzün önünde negatif giden bir ilişkide, üstelik anne babamızken , beni ilgilendirmez mi diyeceğiz? Buna nasıl kayıtsız kalacağız?.. Bu o kadar kolay değil... Evet kolay değil biliyorum... kaş yaparken göz çıkarma ihtimalimiz var... Ama inanın hipnotik konuşma sanatı eğitimi adını verdiğim, temeli NLP ye dayanan, etkin bir iletişim sitili var...İşte bu, tam da verdiğiniz kararları uygulamada, çizdiğiniz sınırlarınızı nazikçe, kolaylıkla belli etmede oldukça etkin ve güçlü bir araç oluyor. Aslında onlara yardım eli diye uzattığınız her müdahale, onların da tekamülünü olumsuz etkiliyor ve perde arkasında onlara yardım değil, kötülük yapıyor olabiliyorsunuz... Kim bunu ister ki?... Hele bildikten sonra... Buradaki haleti ruhiye, yalnız olmadığımızı yaratıcının hepimizin yaratıcısı olduğunu bilmek , ve bizim gücümüzün yetmediği ve herkesin seçimlerinde özgür olduğu bir alanda kimsenin kimseye yardım edemeyeceğini bilme hali olmalıdır. Karşınızdaki kişiler anne babanız bile olsa, herkes kendi seçimlerinden sorumludur. Farkı bireyler olduğunuzu onların yaşadığı hiçbir şeyden sorumlu olmadığınızı fark etme zamanı gelmiş olabilir. Ve sevgili dostlarım nasıl nehirler denize doğru akarsa, sizde anne babanızdan sonraki nesil olduğunuz için nehri tersine akıtmaya çalışmayın. Bunu asla başaramazsınız... Her nesil kendinden sonraki nesle bilgi ve bilinç aktarır... Onların anne babası rolü olmak yerine, onlara merhamet çerçevesinden bakıp kendimizden sonraki nesle, evlatlarınıza ve kendi ilişkinize yoğunlaşmak galiba tek ve doğru seçeneğimiz. Gelelim 2 olasılığa... Önce bir hatırlayalım... 2 . Olasılık; kişiliğiniz geliştikçe, kimseye ihtiyacınız olmadığını düşünüyorsunuz. Bir ebeveyninizle aranız zaten çok iyi değil. Diğer ebeveyninize de olan bağımlılığınız azaldı... Artık kimseye ihtiyacınız yok... Siz onların arasında kalmaktan bıktınız ve bir karar aldınız... Ne halleri varsa görsünler... Şimdi bu sonuçta, her ikisinden de eşit mesafede uzaksınız... Kimseye eyvallahınız yok... Bu olasılıkta neler var?... Her iki ebeveyne de eyvallah edilmediği için onlardan uzaklaşma ve kaçma hali mevcut... Madem ki ruh tekamül etmeye gelmiş, bunu kendisi akıl etmezse, kişinin konfor alanından çıkmasına sistemsel bir zorlama mutlaka gelecektir. O halde kendi evladı ile sınanma ve kendi eşi ile sınanma durumu yaklaşabilir... Bu olasılığın içine de derinlemesine girecek olursak ... Kendi ebeveynlerini yargılayan ve onları eleştirel yaklaşımda bulunan kişi , kuvvetle muhtemel kendi evladından da aynı muameleyi göreceği davranışlar sergilemeye başlar. Kişi erkek ise babası gibi, kadın ise annesi gibi davranış göstermeye başlar...Başlar ama insan kendine o kadar kördür ki, tıpkı yıllarca eleştirdiği ebeveynleri gibi davrandığını göremez. Ve kuantum sistem öyle bir düzenli çalışır ki, çocukluğunda anne babasından herhangi birini veya ikisini kınamış, yargılamış bir eş ile kendi seçiminizle evlenirsiniz ki fark edersiniz...Yaralar aynı kaderler dolanıktır... Yani aynı olaydan herkes kendi payına düşeni alacaktır ve sahne buna göre kurgulanmıştır. Burada eşlerden biri uyandığında enerji değişir ve hayr a vesile olmak da işte tam olarak budur... Etrafımızdaki herkes ile dolanık olduğunuzu, kimsenin kimseyi eleştirecek halinin olmadığını, bu düğümü çözme potansiyelinin herkesin içinde olduğunu defaatle söylemek isterim. İşte sizin ruhunuzun, yalnız kalmaktan korkmadan, onay alamama endişesine kapılmadan, yargılamanın cazibesine kapılmadan, her şeye gücümüzün yetmeyeceğini kabul ederek, kimseyi bir seçime zorlamadan, kendi düşüncelerimizi dikte etmeden, haklı çıkmanın peşine düşmek yerine içindeki Hak'kı arama haline geçmesi anında, içinde bulunduğunuz matriksde bir üst versiyon sahnesine geçeceğini neşe ile haber vermek isterim... Ve arkadaşlar tek çıkış yolu da ancak budur... Diğer her şey, sadece zihin uyuşturmak ve zaman kaybetmekten başka bir şey değildir. Ve size sözlerimi bitirirken, insan olmanın sırrını söylemek isterim... İns kelime anlamı "Yakın" dır. İns-an : İşte "an-ı yakaladığında" , "an-da olduğunda" kainata ve her şeye dolayısı ile Allah’a en yakın olan varlık "insan" olursun... Bu nedenle, bu hayatta doğru seçimler için geçmiş ve geleceğin rehberliğini alabilen, sonrada anda karar alabilen ve sadece niyet edebilen, cüzzi iradeli varlıklar olduğumuzu idrak etmekten başka bir sorumluluğumuz yok... Bırakın kendinizi en "yakın" olan yaratıcınıza, bakın ona yaklaştıkça hayattaki düğümler nasıl da bir bir çözülür... Acizliğime bu kadar sevindiğim bir an olmamıştı ... Çok şükür aciz kullarız... Zaten insan, en güvendiğine bu kadar yakınken, hiçbir şeyden korkmaz ve şüphelenmez ki... Sevgi ve muhabbetlerimle.. Hicran ARIKAN Eylül 2021
- REZONANS KANUNU 6. BÖLÜM (ASLINDA ZAMAN YOK)
Merhaba sevgili dostlarım. Sizlerle bu satırlarda buluşmak şahane bir his. Umarım hepiniz iyisinizdir. Biliyorsunuz rezonans kanununu konuşuyorduk. Tüm detaylarını anlayana kadar devam edeceğiz demiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Yazı dizisinin önceki bölümlerinde düşünce gücümüz ile duygularımızı oluşturduğumuzu, bununla da DNA mızı değiştirebileceğimizi, derinlemesine örneklerle pekiştirmiştik. (Daha derin öğrenmek isteyen arkadaşlarımın önceki bölümleri tekrar okumasını tavsiye ediyorum. İnsan beyni tekrarı sever ve öğrenme şekli böyledir. Tekrar eden her şey için nöron bağlantılarını kuvvetlendirir ve onu beyindeki aktif alan bilgisine taşır.) Bunun dışında, Kuantum alandan bahsetmiştik… Kuantum alan sayesinde zaman ve mekan kavramlarının algımızdaki etkisinin aslında devrede olmadığını ve dünyadaki her şey ile dolanık olduğumuzu söylemiştik… Dolanık olma konusunu kısaca tarif etmek gerekirse, hepimiz aynı bütünün parçasıyız ve yaradılışın ilk başında, hepimizin tüm atom altı parçaları bir aradaydı. (Bugün madde olarak gördüğümüz her şeyden bahsediyorum. Canlı cansız ayrımı yapmadan.) Dolayısı ile şu anda her şey ile aramızda bir enerji bağı var ve buna zamanın ve mekânın hiçbir negatif etkisi yoktur. Bu bilgiden sonra, düşünceniz ile uyumlu olan kişi, olay, durum ve eşyayı kendimize çekebildiğimizi fark etmenizi rica ediyorum. İç aleminizdeki her şeyin dış aleminizde karşınıza çıktığını da söyleyebiliriz. Burada herkesin hemen kabul etmesi kolay olmayan bir bakış açısı mevcut. Kötü veya yanlış olarak gördüğümüz ve bir şekilde bizimle temasta olan olay veya kişiler aslında bizim iç alemimizdeki sembollerin vücut bulmuş hali de diyebiliriz. Uzun süreli olarak düşündüğünüz, hissettiğiniz ve söylediğiniz her şeyin rezonans alanınızda yoğunlaştığını anladıktan sonra, düşüncelerimizi kontrol etmeniz gerektiğini anlama safhasına geçebiliriz. Ama bundan önce başka ve çarpıcı bir bilgi vermek isterim. Çevremizdeki her şey ile iletişim halinde olan şeyin ne olduğunu soruyor olabilirsiniz. Düşüncelerimle uyumlanacak olan bilgi, rezonans alanımda nasıl harekete geçiyor ve gerçeği ile nasıl uyumlanıyor? Diye de soruyor olabilirsiniz? Yıllarca bize DNA mızın genetik kodlarımızı taşıdığını ve protein sentezlediğini söylediler. Evet bunlar doğru olmakla birlikte daha büyük bir işinin, çevremizle veri alışverişi yapan merkezimiz olmak olduğu artık ispatlandı. Bilim insanları zamandan ve mekandan bağımsız bu iletişim şekline “hiper iletişim” adını vermişler. Zerre kadar bir gecikme olmadan bilginin aynı anda transfer edildiği bir iletişim şeklinden bahsediyoruz. Bu konuyu okurken DNA’mız aracığı ile sürekli yayın yapan bir radyo istasyonu gibi olduğumuzu ve bununla birlikte sürekli yayın aldığımızı da bilmeliyiz. Peki nasıl olurda sayılamayacak kadar çok DNA arasından bize uygun olan yayını alıyoruz. Hepimiz biliyoruz; herkesin DNA’sı tıpkı parmak izi gibi eşsiz ve kişiye özeldir. Başkaları ile karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi diyebiliriz. Bu kod, yaydığımız titreşimin de bize özel olmasını sağlar. Yani şifreli bir yayın alanı içinde bütün yayınlar kendi şifrelerini çözen yayınlarla iletişim halinde diyebiliriz. Şimdi, biraz zaman hakkında konuşalım. Zaman kavramını algıladığımız halinin bir illüzyon olduğunu fark ediyor musunuz? Bize öğretilen geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman şeklinde bir sıralama. Ama beynimizin sadece bunu anlamak için böldüğü bir durum olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz. Aslında bütün zaman bölümlerinin aynı anda var olduğunu, bilincimizin ise sadece şimdiki zamanı algılamaya muktedir olduğundan kaynaklanıyor da diyebiliriz. Bütün zamanların aynı anda var olması durumu ise gelecekte var olan her olasılığın aslında zaten var olduğunu gösteriyor. Her şeyin anda zaten var olduğunu ve sadece düşüncelerimiz ile geçiş yaptığımız yeni olasılığımızı, geleceğimiz sandığımızdan bahsediyorum. Bunu böyle sanmamız ebetteki bizim kısıtlı algımızdan kaynaklanıyor. Bu algı farkını bilip, hala böyle algılamaya devam etmek durumundayız. Ama bunu biliyor olmak bizi, olumsuz düşüncelerimizden özgürleştiren ve rahatlatan bir deneyime dönüştürüyor. Peki, zaman değimiz kavram bizim algıladığımızın dışında ve her şey aynı anda mevcut fikrini içselleştirebildiysek, sizinle beyin fırtınası yaptıracak bir açılım yapmanın tam zamanı… Dikkatle okumanızı rica ediyorum… Eğer tüm zamanlar aynı anda ise ve ben bir titreşim yayıyorsam. Gelecek zamandan kendi titreşimime uygun, kişi, olay ve durumları kendime çekiyorsam…. Soru 1: Ben gelecekteki kişi, olay ve durumlardan da bir titreşim bilgisi alabilir miyim? Yani her şey kendi ile uyumlu olan kişi, olay ve durumları çekiyorsa, gelecekteki kişi, olay ve durumlarda beni çeker mi ? Soru 2 : Geçmiş zamanda o halde bana titreşim gönderiyor ve bende geçmiş zamana titreşim gönderiyor olabilir miyim? Evet biraz beyin yakan sorular oldu … ama inanın insan böyle öğreniyor. Bu arada bu beyin yakma fenomenine değinmek isterim. İnsan yeni bir şey öğrendiğinde yeterince hayret ederek öğrendiyse eski bilginin nöron bağlantısı ani bir şekilde yakılır ve yeni bir nöron bağlantısı oluşur. Bu şahane bir deneyimdir, çünkü kişi anında değişimi deneyimlemiş olur. Başkalarının 21-28 günlük tekrarla elde ettiği kazanım, anında elde edilmiş olur. Bu yüzden beyin yakmak iyi bir şeydir. Elebetteki tek şartı, hayret etmektir. Evet biz beyin yakan sorularımıza geri dönelim. Cevap 1 : Eko dalgası olarak adlandırılan ve gelecekten şimdiki zamana yayılan dalgalar vardır. Şimdiki zamandan geleceğe yayılan dalgalar ise teklif dalgası olarak isimlendirilmiştir. Şimdi bu teklif ve eko dalgalarını biraz daha iyi anlayalım. Şimdiki zamandan yayılan teklif dalgası, gelecekten gelen eko dalgasına rastlar ise muhteşem bir şey olur. Birbirlerini sönümleyip, rezone olduklarında, olayın artık olasılık değil gerçek olması, yani dalga formundan tanecik formuna dönüşmesini sağlamış oluruz.( enerjinin maddeye dönüşmesinden bahsediyoruz. ) Biz buna geçmiş ve geleceğin haberleşmesi diyebiliriz. Gelecek bize mevcut durumumuz ile ilgili olasılıklarını, sürekli eko dalgalarını gönderir, biz ise şimdiki zamanda hangi olasılığın dalgalarını yayıyorsak, özetle o ihtimal bizim bugünkü gerçeğimiz olur. Bahsettiğim bu teklif dalgalarını şimdiki zamanda nasıl yaydığımıza odaklamamamız gerek. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi teklif dalgaları bizim isteklerimizdir, dualarımızdır, dileklerimizdir. O halde, "Yok mu benden af dileyen, affedeyim." "Yok mu benden rızık isteyen, rızıklandırayım." "Yok mu sıkıntıya düşen, afiyet vereyim." "Yok mu şunu şunu isteyen, vereyim.” Sözlerini bu gözlükle değerlendirmenizi çok isterim. Yani sistem, olumlu isteklerimizin farkında olan bir bilinçle onları netleştirmemizi bekliyor , biz ne kadar net isek geleceğimizde o kadar netleşecektir diyebiliriz. Burada bahsettiğim şey bilincinizle isteğinizi belirlemek, isteğinizle bilinçaltınızda inanç geliştirmek ve olacağına güvenip olmuş gibi minnet ve şükür duygusu halinde olmaktır. Eğer her şey aynı anda mevcutsa, ben de kendime çekmeyi istediğim gelecek olasılığımın, şu anda zaten var olduğu için şükredebilirim. Bu şükür hali, isteğiniz her ne ise, onun ile aynı titreşim değerinde olmaktır. Onunla aynı hatta olmak, aynı notadan çalmak gibi. Ya da onu karşılayacağınız yolda, ona doğru yürümek gibi de düşünebiliriz. Hal böyle olunca hissiyatınız şahane olacaktır. Tıpkı çok sevdiğiniz birini beklerken ki heyecanı hissederseniz. Eğer aynı yolda yürümüyor veya aynı titreşime sahip değilseniz bunu anlarsınız, hissiyatınız endişe, korku, boş vermişlik ve bitkinlik gibi durumlardır. Bilirsiniz, şükür nimeti artıran bir duygulanımdır. O halde ben şükür haleti ruhiyesini, isteklerim için oluşturtabilirsem bunu gerçekliğim haline dönüştürebilirim. Biliyorsunuz daha önceki bölümlerde kalpten yayılan enerjinin ne kadar güçlü olduğundan bahsetmiştim. Yani düşündüklerinize inanabilirseniz, inanabileceğiniz hayaller kurabilirseniz çekim gücünüz de artacaktır. Çünkü inancın merkezi kalptir. O halde sizi bir farkındalığa itmek isterim. Şu anda neye inanıyorsunuz? Sizi kimsenin sevmeyeceğine mi? Yada, sizi kimsenin anlamadığına mı? Kendinizin şansızı olduğuna mı inanıyorsunuz? Yada her durumda haksız çıkacağınıza mı? Yada paranın sizi bulmayacağına mı? Nerde gıcık tip varsa sizi bulacağına mı? Yada insanların nankör olduğuna mı? Sizce kimseye güven olmaz mı? Erkeklere veya kadınlara… Başarılı olmak için ağır bedeller ödemek gerektiğine mi inandınız? Bu ve buna benzer düşünceleriniz varsa, şimdi dönüp hayatınıza bakmanızı rica ediyorum. İşte şu anda yaşadığınız hayat, tam da inandıklarınız değil mi? Buraya kadar yazdıklarım seni çekim yasası hakkında ikna ettiyse ; Artık rezonans kanununun kurallarına uygun yaşamaya karar verdiysen, yani artık akıntıya karşı kürek çekmek seni yorduysa, bundan sonra sana vereceğim tavsiyelere çok dikkat edebileceğini biliyorum. Öncelikli olarak sahip olduklarının hepsini masanın üzerine koyduğunu hayal et. Adın, annen baban ,nerede doğduğun , evin araban , mesleğin , yaşın , cinsiyetin , varsa çocukların ,bankadaki hesabın …. Evet evet hepsinden sıyrıldığını sadece şuurunun kaldığını hayal et… Bu haline uzaktan bakmanı istiyorum. Var olan bilgelik seviyeni 1 den 10 a kadar bir puan versen kaç verirdin? Evet, vereceğin cevap kişinin kendinden razı olma halidir. Sen kendinden ne kadar razıysan işte o derecede bu hayat sana istediklerini verecektir. Kendi içinde çatışmaların olduğu bir ruh hali, tusunami olan bir okyanusa benzer, böyle bir denizde isteklerinizi yüklediğiniz gemilerin hedeflerine ulaşması kolay değildir. O halde burada ilk yapılması gereken sakin ve dingin bir ruh haline geçebilmektir. Başkalarının yani dış etkilerin, sizin ruh halinizi bozabilecek yetkiyi, onlara verip vermediğinizi kontrol edin. Başlangıçta karşınızdaki kişi, olay ve durumlar negatif olabilir, ama bunun sizinle bir ilgisi yoktur. Yani anlatmaya çalıştığım, sizin suyunuzu dış faktörlerin bulandırmasına izin verip vermediğiniz. İkinci olarak, tüm sahip olduklarını yeniden giyinip, bundan sonra ne olmak istediğine odaklanmanı istiyorum. Bunu düşünürken tüm olasılıkların açık olduğunu bilmelisin. Nasıl birisi olmak istediğini belirledikten sonra, şu andaki sen ile karşılaştırabilirsin. Eğer bu iki sen arasındaki makasın arası çok açık ise, hemen dikkatini olmak isteğin noktada duran sana yoğunlaştırmalısın. Sürekli aynı deneyimleri çekiyor olman şu anki sen ile özdeşleşmiş olmandan kaynaklanıyor. Eğer olmak isteğin kişi ile tanışır, onu modelleyebilir ve onun gibi davranmaya başlarsan hayatında bir şeylerin hızlıca değişini göreceksin. Artık diğer olasılıktaki senin frekansında titreşmeye başlayacağın için onun olasılıklarını kendine çekmeye başlayacaksın. Mesela o kişi senden daha mı özgüvenli, yada daha mı cesaretli daha mı mutlu yada daha mı zengin yada daha mı güzel her ne ise…. Tıpkı onun gibi davranmanı istiyorum. Şimdi, bana şunu soracağınızı tahmin ediyorum. Herşey çok güzel ben artık olumlu düşünüyorum hayal kuruyorum şahane inançlar geliştirdim iyi gidiyorum. Birden pat , çevremde olumsuz insanlarla kavgacı insanlarla muhatap olmak durumda kalıyorum. Ve birden kendimi onlarla tartışırken buluyorum. Yani ben bir şeyleri tam yoluna koyarken dışardakiler ( diğerleri ) beni engelliyorlar. Her şey onların yüzünden…. Şimdi kabul etmesi kolay olmayan bir bakış açısından daha bahsedeceğim. Eğer negatif bir insanın bizim haleti ruhiyemizi bozmasına izin veriyorsak, bu negatif durum her ne ise ( kavgacı, kibirli, kıskanç … vb) bizim içimizde bir yerlerde ufak da olsa bir parçası mevcuttur demektir. İnsanın içinde her türlü duygunun tohumları vardır özetle bir insan hem iyi hem de kötü olabilme potansiyeline sahiptir. Ama örneğin, barışçıl yanımızı besleyip büyüttüysek bizim kavgacı tarafımızın enerjisi düşük olduğu için kavgacı tarafımız devreye girmeyecektir. Özetle insan hem celali hem de cemali özelliklere sahiptir. Burada hangisini beslediğinin cevabı, oluşturduğun rezonans alanın ile doğru orantılıdır. Evet bu bölümde buraya kadar olsun. Konuyu iyice pekiştirme açısından güzel bir bölüm oldu. Bir sonraki bölümde buluşmak üzere… Artık bundan sonraki bölümlerde rezonas alanımızı nasıl yöneteceğimize daha detaylı gireceğiz. Yukarıdaki beyin yakan soruların 2.sine cevap vermediğimi fark edenler olabilir. Onu çok detaylı bir şekilde bir sonraki bölümde konuşacağız. Sevgi ve muhabbetle kalın... Şahane duyguların sizinle olmasına izin verin. Hicran ARIKAN Temmuz 2021
- Sarı Öküzüm Öldü Sendromu
Merhaba Sevgili Arkadaşlarım, Sizlerle, yine satırlar arasında buluşmanın neşesi içindeyim. Bugün, insana ait bir sendromdan bahsetmek istiyorum. Adı, sarı öküzüm öldü. Şimdi bu nasıl bir isim demeyin, gelin önce hikayesini anlatayım. Bir zamanlar, köylünün birinin, tarlasını sürdüğü sarı öküzü hastalanıp ölmüş. Köyün ileri gelen bilge dedesine gidip; bundan daha kötü bir şey gelemez başıma diye dert yanmış. Dede, "Belki öyledir belki öyle değildir demiş." Köylü bu cümleye anlam verememiş söylenerek gitmiş. -Güya bilge olacak, öküzüm ölmüş, tarlada nasıl çalışacağım? Nasıl geçimimi sağlayacağım. verdiği cevaba bak, belki öyledir belki değildir. Hayret … Ertesi gün köylü, başıboş bir at bulmuş. Sonra onu, tarlasını sürmek için kullanmış. Köylü tarlasını daha önce hiç olmadığı kadar çabuk sürünce çok mutlu olmuş. Bilge dedenin yanına sevinçle gidip, evet sen haklıydın. "Öküzün ölmesi başıma gelen en kötü şey değilmiş." demiş. Bilge dede yine "Belki öyledir belki değildir." demiş. Köylü bu tekrar eden cevaba anlam veremeden evine gitmiş. -Ben bu dedeyi hiç anlamadım, tarlayı daha iyi sürdüm diyorum, verdiği cevaba bak, belki öyledir belki değildir. Birkaç gün sonra çiftçinin oğlu attan düşüp bacağını kırmış. Köylü oğlunun bu halde olması nedeni ile çok üzülmüş ve dedeye gidip "Başıma gelen en kötü şey, oğlum tarlada bana yardım edemeyecek ve bu kış aç kalacağız demiş." Dede yine sakinlikle " Belki öyledir belki değildir." demiş. Ertesi gün, ülkede çıkan savaş için ordu, eli silah tutacak tüm genç erkekleri askere çağırmış. Köylünün oğlu bacağı nedeniyle askere gidememiş... Köylü o anda, bilge dedenin " Belki öyledir belki değildir." sözü ile ne demek istediğini bu sefer anlamış. Bu hikayeyi ilk duyduğumda bir isim vermek istedim. Çarpıcı olsun diye "Sarı öküzüm öldü sendromu" dedim. Zaman zaman başımıza gelen olaylara verdiğimiz tepkinin, bu hikayedeki köylününkine benzediğini fark ediyorum. Hatta çevremde, bu hikayeyi anlattıklarımla sohbet ederken "Sarı öküzüm öldü" sendromuna yakalandıkları anı onlarda kolayca buluyoruz. Maymun zihin, düşünceden düşünceye atlarken, düşünce şemalarımızı fark ettiğimizde, onları durdurmak için böyle teşhis konulmuş isimler, ayık uyanık bir zihin halini almamıza yardımcı oluyor. Bu sendromu pek çok insan farklı şekilde yaşar. İnsan başına gelen olumsuzlukları, bundan daha kötüsü olamaz, bittik, mahvolduk felaket diye yorumladığında, aslında yaşama sevincini de kaybeder. İyi gördüklerimizin arkasında kötü olaylar, kötü gördüklerimizin arkasında iyi olaylar saklı olabilir. Bu bilgi geçmişten bu yana tüm kadim öğretilerde karşımıza çıkar. "Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur. Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olabilir. Netice itibarıyla neyin hayır ve neyin şer getireceğini sadece Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara, 2/216) “Olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisa, 4/19) Bu durumu, kişisel tecrübelerimiz de yaşam boyu sürekli destekler. Destekler, desteklemesine ama, biz otomatik pilottayken sarı öküzüm öldü sendromuna yine yakalanırız. İnsanın zaman algısı, şimdiki zamana sıkıştırılmıştır. Biz geçmişi hatırlarız, geleceği hayal ederiz. Sadece bulunduğumuz andaki davranışlarımızın sonuçlarını hesap edebiliriz. Ama bazı durumlar, gerek bizzat yaptığımız seçimler, gerekse sistem içinde oluşan seçimler bilinçaltımızda olan bilgi kayıtlarımıza göre olumsuzluk ve felalet olarak etiketlenir. Aslında bu da normaldir. Mucizelere tanık olmayan bir beyin elbette bu felaket senaryolarını yazacaktır. Biz mucizelere bir kere tanık olabilsek, bilinçaltımızdaki o kayıtlarda değişecek. Sahip olduğumu bozuk duygu şemalarımız yüzünden onları biz fark etmeden yanımızdan geçer giderler. Kâinattaki her şey, ya bizzat güzeldir, yada neticesi itibari ile güzeldir. Ama bu güzellikler ancak farkındalık seviyesi yüksek bir bilinç ile anlaşılan türdendir. Tıpkı hikayedeki bilge dedenin anladığı gibi. Mesela, sağlıklı yaşamak bizzat güzeldir ama hastalık da neticesi itibari ile güzel olma potansiyelini taşır. Potansiyelini taşır, dediğime dikkat edin lütfen! Bilge dede de "belki öyledir belki öyle değildir." diyor... Bu potansiyeli ortaya çıkarmak bizim seçimlerimize bağlıdır. Ders çıkarırsan, ne yapman gerektiğini anlarsan, iyileştiğindeki bilinç seviyeni o hastalığa borçluysan güzeldir. Köylüye, öküzü ölünce oğlunun hayatı kurtulacak deselerdi , herhalde inanmazdı. Hikayenin tamamını bilince konu bizim için anlamlı olur. Önemli olan aralardaki tutumumuz. Hz . Yunus kavmini terk edecek, bir balık onu yutacak desek, bu bir felaket olarak gelir bize. Ama olay, neticesi itibari ile dua ederken nasıl bir haleti ruhiyede olmamız gerektiği konusunda müthiş bir bilgi ve deneyim aktarıyor. Bu sayede tüm ihtimaller ortadan kalksa bile, kalpten yapılan duanın nasıl olması gerektiği bilgisi bu güne kadar ulaşıyor. Eğer sarı öküzüm öldü sendromuna yakalandığınızı fark ederseniz hemen, direksiyona siz geçin. Otomatik pilot düğmesini pasif edin. İlk iş nefes, sakinlik, sonra meta düzeyden bakış ve şükreden bir düşünce... Şükür, eğer bizim kötü olarak algıladığımız olayda yapılırsa çok kıymetlidir. Düşünelim, sağlığımız varken şükretmek kolaydır, ama hasta iken şükretmek başka bir haleti ruhiye gerektirir. Şükür nimeti artırır, diye biliyoruz çoğumuz. Eğer bilinçaltımızın, bittik, mahvolduk felaket diye etiketlendirdiği anda, kalben şükretmeyi başarırsak işte o andan itibaren mucizeler devreye girer. Peki neye şükredeceğiz? Başta demiştim, biz ancak şimdiki zamanı algılayabiliyoruz. Duru görüsünü geliştirmiş kişiler de belli bir yere kadar hissedebilir. Yani, felaket anının sonunda, mutlaka bir hayır gizli ise, "bize bu bilgi garanti edilmiştir" , o zaman biz aynı anda gerçekleşme ihtimali olan quantum seçeneğinin (bizim gelecek olarak algıladığımız seçenek) yaratılmış olduğuna şükredebiliriz. Bu seçeneği bize nasip etmesi için dua de edebiliriz. Şükretmek başlı başına bir yaşam tarzıdır. Bazen şükredilecek konular aşikardır, bazıları ise gizlidir. Örneğin güneş her gün doğudan doğar batıdan batar. Hiç kimse aksam yatmadan önce inşallah yarın güneş doğsun dua dua etmez. Biz hiçbir zaman, inşallah doğru yerden batsın demeyiz. Sistem sürekli işler. Ama bazı durumlar vardır ki, sistemi sekteye uğratır. İşte gerek bireysel gerek toplumsal olan bu sekteler aslında dua ve şükrün ezan sesidir. Var olan nimete ve daha iyi quantum seçeneklerine geçiş ihtimalinin habercisidir aynı zamanda. Buna yaşadığımız bu pandemi dönemini örnek verebiliriz. Kim bilir hangi güzelliklere gebe bu günler " Belki öyledir belki değildir." Taki biz, gerçek şükrü tüm hücrelerimizle deneyimleyene kadar. Şükür, tek başına dil ile "çok şükür" demek değildir. Şükür, sahip olduklarını en iyi şekilde değerlendirmektir aynı zamanda... İşte bu değerlendirme anı ise, yüksek bir farkındalık ayık ve uyanık olmak hali getirir beraberinde. Ayık ve uyanık olma hali de cesaret ve neşeyi tetikler. Bu yüzden, sarı öküzüm öldü sendromuna yakalanmadan, sakinliği size tavsiye ediyorum. Sakin değilsen hiçbir hayrı kendine çekemezsin... Bu yöntem insanı asla şaşırtmaz... Eğer bu düşünce yapısını hayata geçirebilirsek, bize ise sadece, yaradılıştaki mükemmel düzeni ve planlamayı görüp hayran olmak kalır... Biz hayran oldukça nimetimiz artar ve müthiş bir döngü, "şükür, dua ve nimet döngüsü" içinde yaşarız. Yine benimle buralara kadar geldiğiniz için zatıalinize müteşekkirim. Gittiğiniz her yere koşulsuz sevgiyi götürün efendim. Hicran ARIKAN
- "HEP BENİ BULUYOR" DİYENLERE
Eğer insan, bebekken veya çocukken( 0-7 yaş arasında) ebeveynleri tarafından bakım eksikliği yaşadıysa veya duygularına karşı empati kurulmadı ise veya onu korumakta gecikmişlerse kişide hayatı boyunca anlamlandıramadığı yoksunluk duygusunu gelişir. İleri yaşlara geldiğinde ise, yoksunluklar döngüsünün içinde bulur kendini. Kişi hayatına kimi alırsa alsın sonuç hep aynıdır. Ya yanında olmasına rağmen verici olmayan insanlarla birlikte olur. Yada ilişkinin başında ilgili davranıp sonra karşı tarafı yoksun bırakarak, onun da davranış değiştirmesini sağlayıp yine yoksun bırakılmayı hedefler. Yani çocuklukta öğrenilmiş bu duygu durumunu ispat etmek için, kiminle birlikte olursa olsun aynı kaderi yaşar. Böyle durumlarda biz, genellikle dışarıyı suçlarız. O bana öyle dedi o bana şunu yaptı benimle ilgilenmedi vs... "Hep beni buluyor yazan" bir barkod etiketi ile elimizde dolaşır, tüm tanıdıklarımıza yapıştırıp gezeriz ömrümüz boyunca... Özetle aynı örüntüleri tekrar edecek denklemin elemanlarını, adeta sensör takmışçasına buluruz, bulmazsak da karşımızdakinin o yönünü bulup ona dönüştürürüz. Evet işte benim hayatım da aynen böyle , tam da beni anlatıyorsunuz diyorsanız yazımı okumaya devam edin sevgili dostlarım... Bundan sonra yazacağım durumlar %100 de sizi anlatıyor da olabilir, yada kısmen kendinizden benzen yanlar( kırıntılar) bulursunuz. Döngünüzün şiddeti maksimum da olsa minimum da olsa bu döngü sizin kaderiniz olmak zorunda değil...Unutmayın bu durum size özel bir durum değil ve bunu yaşayan milyonlarca insan var... Ve bundan kurtulan bir o kadar da insan var... Evet şimdi biraz daha açıklayalım yaşadığınız durumu... Muhtemelen siz, eşinize ihtiyacınız olan şeyleri söylemiyorsunuz. Güya onun anlamasını bekler gibi yaparken, ihtiyacınız karşılanmadığında, aslında amacınıza ulaşıyorsunuz. Çünkü bebek veya çocukken de ihtiyaçlarınız karşılanmamıştı işte eşinizde arkadaşlarınız da hatta çocuklarınız da sizi güya hayal kırıklığına uğratıyor... İşte oldu... Tezinizi doğruladınız... Kimse beni anlamıyor...Ben yalnızım.... Beni sevmiyor... Herkese iyi davranıyorlar, ama bana gelince hiç beni düşünmüyorlar... İstediğiniz de tam olarak, buydu zaten... Eşinizin veya çevrenizdekilerin sizi koruması gerekecek durumlar içine girerseniz eğer, asla kırılgan yanlarınızı göstermezsiniz. Güçlü olma oyunları oynanır o dakikadan sonra. - Benim kimseye ihtiyacım yok modudur bu... İçerde yine kendini yoksun hisseden küçük bir çocuk vardır ama dışarda bunu gizleyen kocaman bir kadın ve erkek boy gösterir... Bayrakları indirmez, yıkılmadım buradayım moduna geçmiştir artık ... Eğer sizden, birisi ilgi istemeye başlarsa size bu çok saçma ve abartı gelir. Bir yerden sonra hiç tanımadığınız ve size hiç gösterilmeyen ilgiliyi, nasıl göstereceğinizi bilemezsiniz. Bocalarsınız...İlgi göstermek nasıl bir şeydir ki? Aslına sizde hiç bilmiyorsunuz dimi?... Hediye almayı ilgi zannedersiniz en fazla... İlgi göstermeyi bilemezken, sonra da, sizinle hiç ilgilenmiyorlar diye hayıflanırken bulursunuz kendinizi... Bazen de saldırganlaşırsınız, istediğiniz ilgi alakayı göremediğinizde her şeyi yapmayı hak görürsünüz kendinizde... Küser , kırar , dağıtır , aşağılar , öfke nöbetleri takip eder.... İlgiyi almak için türlü türlü manuplasyonlar... İlgi gösterilmeye başlandığında sıkılıp ket vurursunuz. Aslında içinizde ilginin ne demek olduğunu bilemeyen küçük bir çocuk vardır... O küçük çocuğu bastırmak yerine, onu anlamak ile işe başlamak gerekir... Belki de hiç kucağa alınmadınız. Şefkatli bir sarılma nasıl olur hiç bilmiyorsunuz. Çocukken oyuncağınız kırıldı belki yada hiç oyuncağınız olmadı... Hiç teskin edilip yatıştırılmadınız. Belki arkadaşlarınız ile çıkan anlaşmazlıkta hemen sizi haksız bulup kendinizi anlatmanıza izin bile verilmedi. Belki okuldan eve geldiğinizde okulda olanları anlatmaya çalışırken kimse sizi dinlemedi. Bir şey yapmaya heveslendiniz, saçma buldular, eleştirdiler heveslendiğiniz ve sonra da böyle bir şey istediğiniz için kendinize kızdınız. Duygularınızı ne hissettiğinizi kimse önemsemedi. Belki de çok sevindiniz, neşelendiniz aman çok gülme dediler. Boş ver buna ağlanmaz sen erkek adamsın dediler. Buna üzülünür mü? saçmalama dedikçe onlar, kendinizi anormal sandınız... Onlara ile konuşmaya çalıştığınızda belki de sizi hiç adam yerine koymadılar. Sen karışma dediler... Kim bilir? Belki de çok çocuklu bir aile ve ekonomik şartlar nedeni ile siz büyürken, sizi görmediler bile... Hiçbir başarınızda sırtınız sıvazlanmadı... Yada ebeveyniniz tarafından başarılarınız çevrede hava atılacak, caka satılacak bir konu oldu. Sizin ne hissettiğiniz değil ne başardığınız önemliydi sadece. Ebeveyninizin çıkarlarına uyan işlerde ancak dikkatini çekiyordunuz belki de... Küçümsenmek ne demek siz çok iyi biliyor olmalısınız... Bütün bunları yaşadıktan sonra şimdi büyüdünüz... Evlendiniz veya yakın ilişkileriniz var... Ama bir türlü size isteğiniz gibi davranmıyorlar dimi? Belki, eşinizin korkutan öfke patlamaları var.. Belki eşiniz sizi ailenizin ve arkadaşlarınız yanında utandırmasına maruz kalıyorsunuz. Belki de sizi sürekli eleştiriyor ve siz kendiniz değersiz hissediyorsunuz... Belki, eşiniz sizin ihtiyaçlarınızı saçma buluyor saygı göstermiyor. Belki eşiniz kendi çıkarları söz konusu olunca kullanıldığınızı hissediyorsunuz. Belki, eşiniz siz veya başkaları acı çektiğinde çok duygusuz oluyor. Belki de eşiniz onun istediklerini yapmadığınızda kontrolden çıkıyor. Belki de eşiniz zayıf yönlerinizi çok iyi biliyor ve manuple edildiğinizi düşünüyorsunuz. Belki de eşinize hiç güvenmiyorsunuz. Somut bir kanıtınız olmadığı zaman bile insanların sizden yararlandığın düşünüyorsunuz. Diğer kişilerin size kötü davranmasına engel olmazsınız; çünkü, ya onlardan korkarsınız ya da bunu hakkettiğinize İnanırsınız. Sizi inciteceklerinizi anlarsanız o zaman önce siz incitmeyi seçebilirsiniz. Kendinizi tam olarak açmazsınız, size göre ne olur ne olmaz koz vermemek lazım. Kırılgan yanlarınızı gizlemek için ekstra çaba gösterirsiniz. Her an dikkattiniz sizi küçük düşürmeye çalışacak insanları arar. Sürekli teyakkuz halindesiniz. Sizin olumsuz gördüğünüz durumlarınızı hallerinizi, başkalarına koz vermemeye çalıştığınız için, en yakınlarınız ile bile paylaşmazsınız. Hatta onların bundan zevk aldıklarını düşünürüsünüz. Siz eğer kötü duruma düşmüş birisini görürseniz, bazen kendi halinizi sadistlik sınırında şükredersiniz. Yüksek bir ihtimalle çocukluğunuzun büyük bir bölümünü hatırlamıyor olmalısınız. Sizce kimseye güven olmaz. Aklınızda bu deli sorularla yaşamak oldukça yorucu bir durumdur. İnsanın enerjisini çeken ve tekrar eden ilişkilere sürükleyen bu durum, çocuklukta bilinç altınızda yazılımını yaptığınız kodlardan başka bir şey değildir. Bazen profesyonel destek gerekebilir. Bazen de yukarıda yazdığım belirtileri sadece bazıları veya daha az seviyede olanları için kişi kendi kendine değişimi başlatabilir. Öncelikli olarak çocukluğunuzdaki kusurluluk ve utanç halini anlayan bir haleti ruhiyeye gelmeniz gerekir. Onlarla başa çıkmak için üç tane davranış geliştirmiş olmanız lazım. 1) Kaçmak, kaçınmak, 2) Karşıt saldırı, 3) Aşırı telafi etmek. Öncelikli olarak bu geliştirdiğiniz metotları fark edip durdurmaya ve daha farklı proaktif çözümler geliştirmeye çalışın. Bu tutumları önceden değerlendirin. Ve karşılaşacağınız durumlarda hazırlıklı davranış ve eylem planlarınız olsun. Otomatik pilotun (bilinçaltındaki hazır davranış kalıplarının) devreye girmesine zaman bırakmayın. Yaşadığınız kusurluk , utanç veya yoksunluk halini gözlemleyin. Çocuklukta edindiğiniz kusurluluk halini masaya yatırın. Hatırladığınız halinizle kusurlarınız nelerdi listeleyin. Yine çocukluk halenizdeki güzel ve değerli özelliklerinizin listesini çıkarın. İçinizdeki yaralı çocuğu hissedin anlayın. Burada yapılacak ilk adım, geçmişte yaşanılan kusurluluk ve utanç duygularını dışardan bir gözlemle ve bu günkü aklımızla tekrar gözden geçirmektir. Bu duygular nereden geliyor? Hangi olay sizi böyle hissettirmeye başladı? Size kim ne dedi? Nasıl eleştirildiniz? Nasıl utandınız? Neyi farklı anladınız? Sonra da, şimdiki sizin, kusurlarını ve değerli özelliklerinizi listeleyin. Her iki listeyi karşılaştırın. Değişmesi mümkün olan kusurlarınızı dönüştürmek için plan yapın. Planınız net bir tarih ve yapılacak listesi şeklinde olsun. Sizi eleştiren belki eşiniz belki çocuklarınız belki de akrabalarınız anneniz veya babanız onlara mektup yazın. Göndermeniz önemli değil. ( Yazmanın iyileştirici gücüne bırakın ve akışta içinizden gelenleri dökün... Belki gözyaşlarınız kağıdı ıslatır belki kusur sandıklarınızın size ait olmadığını fark edersiniz. ) Yakın ilişkilerinizde daha doğal ve samimi olmaya çalışın. Kendinizi olduğunuz gibi ortaya koymayı deneyin. Sizi gerçekten seven insanları anlayacaksınız. Hatta belki de sizi doğal halinizle yeniden sevmelerini sağlayacaksınız. Sizi sevdiğini söyleyenlerin sevgisini alıp kabul edin. Altında herhangi bir şey aramayın. Size kötü davranan insanlara sınırlarınızı hissettirin. Ama can yakmadan sadece sınırda olduklarını hissetsinler... Onların yaptıkları herhangi bir şeyin sizin kötü hissetmenize neden olmasına izin vermeyin. Eğer ilişkilerinizde size kötü davranılmasını tolere ediyorsanız, bu sizin çok iyi bir insan olduğunuz için değildir. Sınırlarınız yoksa, herkes ne isterse ona göre davranıyorsanız bunun doğru olmadığını öncelikle anlayın. Sorumlu olduğunuz bir bedeniniz, ruhunuz , kalbiniz ve zihniniz var. Bu şekilde sorumluluktan kaçtıkça, yükleriniz artacaktır. Eğer bu durumunuzu fark etmezseniz, bir gün hepsinin altında ezilip, daha çaresiz hissetmeye başladığınızda keşkelerin ve pişmanlıkların havada uçuştuğu yaşlara geleceksiniz. Etrafındakileri mutlu etmek güzel bir şey. Ama bu kendinizi mutsuz ederek olmamalı. Öyle bir denge kurulmalı ki dünyada kapladığınız alanın hakkını vermelisiniz. Ne haddinizi aşmalısınız ne de haklarınızı başkalarına vermelisiniz. Hayatınıza giren her kişi, sizdeki bu kusurluluk ve yoksunluk halinizi tedavi etmek için gönderilmiştir. Bazıları direk anlatır ne yapmanız gerektiğini, bazıları ise tam tersinden ders verir. Ayık ve uyanık olduğunuzda bunu fark edeceksiniz. Dersi almaya çalışacak olaylara takılmayacaksınız. Olayların arkasındaki fikirlere odaklanıp sınavı vereceksiniz. Muhtemelen çocukluktaki aile ortamındaki duygularınızı tekrarını yaşatan eşleriniz olur. Bu duygular tanıdık geldiği için evlendiniz zaten. Bu sizin konfor alanınız. Tıpkı eşini de sizin gibi bir çocukluğu vardı. Sakın bunu gözden kaçırmayın. Bu ilişki her ikinizin de iyileşmesi için olan bir saha çalışması... Muhtemelen bu döngüleriniz çözmeden ayrılıp , sonrada başka biri ile evlenseniz. Başlarda çok farklı olan yeni eşinizin, yine o şekle dönüştüğünü hayretler içinde izlersiniz. Yastık değişir, kadar değişmez demişler. Atalarımız. Muhtemelen bu kader döngüsünü fark ettikleri için. Ama bu sözü, kaderine boyun eğ ve böyle ne ise, hiçbir şey yapmadan yaşamak gerek, anlamında algılamayın dostlarım. Nereye giderseniz gidin hangi iş yerine hangi eşe, hangi arkadaşlara sahip olursanız olun bu durumunuzu fark etmediğiniz sürece çözüm olmayacaktır. Dışarıdakileri suçladıkça aynada kendinizi göremeyeceksiniz. Aslında dönüp kendinize baktığınızda çok şey anlatır her şey, lisanı hal ile size... İçsel bir rehberiniz vardır yol boyunca fark ettirir size... Çocuklukta sizi eleştirdiler, sonrada eleştirel bir eşiniz oldu. Eğer o ilişkiden kaçmadıysanız. Bu durumda önceden iki seçeneğiniz vardı. 1) Boyun eğmek ve olduğu gibi kabul etmek 2) Tepki vermek ve karşı saldırıya geçmek. Boyun eğdiğinizde ilişki devam eder bir şekilde. Eeeeee yeter artık dur biraz da ben eleştireyim derseniz. Bu sefer karşı tarafı boyun eğmeye geçirebilirsiniz. Aslında durumu düzeltmiş değilsiniz. Sadece roller değişmiştir. Senaryo aynıdır. Eşinizi boyun eğdirdikten sonra ona olan ilginiz sevginiz azalmaya başlar. Gerçek benliğinizin üzerine iki kat kalın bir palto giymiş gibi olursunuz. İçerdeki yaralı çocuk, bir kez daha incinir ama siz bile göremezsiniz. Yani çözüm size yapılanın aynısını yapmak değildir. Ayık ve uyanıksanız bunu görebilirsiniz. Etrafınızdakiler size ne kadar boyun eğseler de siz kendiniz başkaları ile kıyaslamaktan geri duramazsınız. Kıskanmak ve eşinizi kısıtlamaya çalışmak da bir işe yaramaz. Eşinizin size yaklaşıp olumlu yapıcı eleştirileri bile ani tepkiler vermenize neden olur. Aslında bu tavrınız, size büyük zararlar vermeye çoktan başlamıştır. Bunu fark edersiniz bir yandan, ettikçe de daha da hırçınlaşırsınız. İşte bu yüzden, tüm yakın ilişkilerinizin bir eğitim salonu gibi görün. Çocukluğunuzda yaşadıklarınızı anlayın. O günkü koşullarda olanı olduğu gibi kabul edin ve yaşadıklarınızın aslında sizi nasıl güzel, başarılı ,güçlü bir insana dönüştürdüğünü fark edin. Her şey ihtiyacınız olduğu için hayatınıza girdi. Siz eğitiminizi almaya çalışın. Bu dönüşümü başlattığınızda karaşınınızdaki kişinin de iyileşmesine vesile olacaksınız. Siz değiştiğinizde kaşınızdakinin de yavaş yavaş değişmesi başlayacak. Kimse kimseyi, kendini değiştirmeden değiştiremez. Hedef başkasını değiştirmek olmamalı. O değişirse senin içindeki yaralı çocuk değişmeyecek zaten. O değişirse ve sen değişmezsen zaten seninle olmayacak yollar ayrılacak. Bu yüzden önce insan kendine yönelmelidir. Sana ne kadar isteğin gibi davransa da, sen yine kendini kusurlu ve yaralı hissedeceksin. Önce kendi ruhsal ameliyatınızı yapın sevgili dostlar... Eğer kolları sıvayıp işe koyulmak istersen, şimdi bu farkındalıkla yazımı tekrar okumanı tavsiye ediyorum. Yapman gereken her şeyi satır aralarına yerleştirdim. Eğer destek almak istersen ben hep burada olacağım. Yapabilirisin sevgili dostum... Yaratılmışların en mükemmeli insansın sen... Hicran ARIKAN Nisan 2021












