top of page

DÜNYANIN EN ZENGİN YERİ NERESİDİR?

Güncelleme tarihi: 3 Şub 2021

Merhaba Kıymetli Arkadaşlarım;

Yeni bir yazıda yeniden buluştuk çok şükür.


Sizden şimdi, aşağıda yazdıklarımı okurken, benimle birlikte hayal etmenizi rica ediyorum.

Bilinç altımızda yeni bir açılımın kapılarını açmak niyetiyle;


Başlıyoruz…


Sabah, her zamanki gibi işe gitmek için hazırlandığınızı düşünün…

Rutin bir hayatınızın olduğunu düşünüyorsunuz ve yaradılış gayenizi ilerleyen yaşınıza rağmen bulmuş hissetmiyorsunuz.

Hayat sana anlamsız gelmeye çoktan başlamış. Bugüne kadar pek çok şey deneyimledin ve genç yaşlarda seni çok mutlu eden şeyler, eskisi kadar keyif vermiyor.

İyi bir üniversite bitirdin, iyi bir evin, araban, işin, statün var. Çoğu kişinin hayal ettiği pek çok şeye sen sahipsin ama senin iç dünyanda, tarif edemediğin bir huzursuzluk filizlenmiş durumda…

Anlık mutlulukların oluyor. Onlarda her geçen gün daha kısa sürede tükenip sönüyor…

Bu düşünceler ile iş yerine varacaksın, ofisinin camından her zamanki gibi dalgın dalgın bakıyorsun…

Özendiğin hayatlar var ve aslında sen de özenilen bir hayata sahipsin…

Alıp başını gitmek istiyorsun. Ama nereye gitsen, bu kısır döngüdeki düşünceler seni bırakmayacak, sen de biliyorsun.

Sonra, birden çok kuvvetli bir ışık görüyorsun pencerede…

Kulakları sağır eden, gözleri yakan bir gürültü ve ışık ile birlikte, beynin etrafta olan hiçbir şeyi anlamlandıramıyor.

Sen, büyük bir belirsizlikle saniyeler içinde güneşin yere düştüğünü görüyorsun.

Yüzyıllardır beklenen kıyamet gününe geldiğini düşünüp, dehşete kapılıyorsun. Yüreğin, bu hiç tanımadığın his kaşında sanki durup buz kesiliyor.

Etraf, gök kuşağı renklerinin bakılamayacak kadar parlak ışık huzmeleri ile doluyor.

Duman ve alev bulutları içinde, çaresizce bir sona doğru giderken, kendin için, etrafındaki hiç kimse için, evde bıraktığın ailen için hiçbir şey yapacak halde değilsin.

Son hatırlayacağın sahnede, bedenindeki acıyı hissederken gözlerini kapatacaksın.

Sen öldüğünü zannederken bedenindeki dayanılmaz bir acı ile gözlerini başka bir yerde yeniden açacaksın.

Güçlükle ayağa kalkıp etrafta neler olduğunu anlamaya çalışacaksın.

Yaşadığın şey kıyamet mi? yoksa başka bir şey mi? anlayacak kadar idrakin artık çalışmayacak.

Kimsenin kimseyi tanımadığı bir yerde, birisi koluna girip sana yardım edecek.

Birlikte herkesin gittiği yöne doğru gideceksiniz. Yol boyunca az önce pencereden baktığın manzaradan eser kalmamış olacak. Şimdi etraf yanık bedenlerle ve tozdan yüzleri belli olmayan ve telaşla koşuşturan insanlarla dolu olacak.

Çevrede irili ufaklı alevler hala yanarken ve başına ne geleceğinin korkusu ile bir çıkış yolu arayacaksın.

Birden, sana doğru gelen insanlar göreceksin. Gözlerine inanamayacaksın ve aileni karşında bulacaksın…

Hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamayacaksın. Yapayalnız kaldığını zannederken ailenle kucaklaşacaksın. Tarifi mümkün olmayan bir mutluluk buz tutan kalbini çözüp yeniden çarptıracak…

Kıyamet mi kopmuştu yoksa kâbus muydu?

Anlattığım hikâye 14 yaşında 6 Ağustos'ta Hiroşima'ya atılan atom bombasından sonra hayatta kalma şansını yakalayan Şair Bun Hashizume’ye ait.


Şimdi bu hikâyeyi kendi ağzından yeniden dinleyelim.


ree


Evimiz okyanus kıyısındaydı. Çiçek toplayıp, güneşin batışını izler köyde yaşamanın keyfini çıkarırdım.

Bazen ağaçlara tırmanır güneşin altında parıldayan okyanusa bakardım.


En iyi arkadaşım Hitoşi ile ağacın altında buluşur, saatlerce gelecek ve hayallerimizden bahsederdik.


Onu çok seviyordum, bana ileride yazar olmak istediğini söylediğinde, o zaman bende şair olurum, demiştim.


Bombanın atıldığı sabah herhangi bir sabah gibiydi.

Annemin evde olduğunu hatırlıyorum. Bende Hiroşima’da iletişim bakanlığındaki işime gitmeye hazırlanıyordum.


Genç erkeklerin çoğu savaşa gitmiş olduğundan, çalışacak yeteri kadar insan yoktu. Benim gibi gençler okulu bırakıp çalışmaya başlamak zorunda kalmıştı.

Üçüncü katta camdan dışarı bakarken, çok kuvvetli bir ışık gördüm.

Sanki güneş gözlerimin önünde yere düşmüştü. Bir anda her yer gökkuşağı renklerinde ışık huzmeleriyle doldu.


O an, bombanın patladığı andı.

Bilincimi kaybetmiş olmalıyım. Kendime geldiğimde, camın önünde değildim ve kafamda bir acı hissediyordum. Bir şekilde ayağa kalktım ve dışarıya yöneldim. Bir kadın hastaneye kadar yürümeme yardım etti.


Kasabamız tamamen yıkılmıştı. Yolda ne bir bina, ne bir kedi, ne bir köpek vardı. Kuşlar ve hatta kelebekler bile ortadan kaybolmuştu. Sadece koşuşturan insanlar vardı. Üzerleri tozla kaplanmış insanlar…


Sonraki gün gözlerimi açtım. Annemi çok özlemiştim. Hastaneden çıkıp yürümeye başladım. Etrafta hala ufak tefek alevler vardı. Dikkatli olmak zorundaydım.

Bana doğru gelen üç kişi gördüm. Gerçekten sen misin? diye çığlık attılar. Onlar, annem, ablam ve teyzemdi. Erkek kardeşim yanlarında yoktu. Ne yazık ki patlamada ağır yaralanmıştı ve onu kaybetmiştik.


Bir kabusta gibiydik. Neler olduğunu anlayamıyordum.


20’li yaşlarımda Hiroşima’yı terk ettim. Yıllarca bomba hakkında konuşamadım bile.

Ama ailem beni, hikayemi paylaşmaya ikna etti. Sonra şair oldum. Geçmişte Hitoşi’ye söz vermiş olduğum gibi.


Bunun gerçek olacağını hiç düşünmezdim. Bombadaki radyasyondan ötürü çok fazla sağlık sorunu yaşadım. Baş ağrıları ve yorgunluk gibi.


Ama Tokyo’daki doktorlar bana çok iyi baktı. Evlendim 3 oğlum oldu, 4 de torunum var. Onlarla olabildiğince çok konuşmaya çalışıyorum.


Her şeye rağmen atom bombası atan insalardan nefret etmiyorum.

Bombanın ardından insaların her şeylerini kaybettikten sonra, ne kadar muhteşem olabildiklerine tanık oldum.


Ama başka insanların üzerine atom bombası atanların yine insanlar olduğu gerçeğini asla unutmayacağım.


Bun Hashizume


ree


Nagazaki’ye atılan atom bombasına çok yakın olan binlerce insanın ilk anda retinalarını eriterek öldürdüğü bu vahşeti yaşayan ve şu anda 90 yaşındaki Şair Bun Hashizume’nin bu hikayesinde iki konu benim için oldukça çarpıcı.


Birincisi, çocukken kurduğu hayaller ve hiçbir suçu yokken, bu acı tecrübeyi ülkesine, ailesine ve kendine yaşatanlara olan hissiyatı.


Hayal kurduğunuzda, hayattan alacaklı olursunuz arkadaşlar.

Başarılı kurulmuş bir hayalin, koşullar ne olursa olsun gerçekleşmek gibi bir düzeni vardır.


Sistem, tüm koşullar tersine gitse bile size verdiği sözü mutlaka tutar.


Şimdi, hayal kurmanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladığınızı düşünüyorum.


Hayal kurmak, iyi bir niyete bağlandıysa gerçekleşmek zorunda olan bir kehanettir artık.


Japonya’da o günleri yaşamış kişiler ile yapılan tüm röportajlarda siz de bunu görebilirsiniz.

Onların, ülke olarak nasıl başardıklarını, nasıl bir Quantum sıçraması yaşadıklarını söylemeye gerek bile duymuyorum.


Eğer hayalleriniz yoksa ve size yapılanları affetmiyorsanız, cezalandırdığınız kişi kendiniz olmaktan öteye gitmez.


İşin kötü olan tarafı da kurmadığınız hayalleriniz, başkalarında gerçeklemek üzere yola çoktan çıkmış olur.


Hayata bir kez gelmiş olduğumuzu şu an içinde bulunduğumuz durum ne olursa olsun hayallerimiz sayesinde çıkabileceğimizi defaatle söylemek isterim.


Bana bir sohbette sormuşlardı; dünyanın en zengin olan yeri neresidir? diye …

Bende, mezarlıklar dedim.


Çünkü orada yazılmamış şiirler, okunmamış kitaplar, gerçekleşmemiş projeler vardır.


Şimdi bende burada, her nerede ve koşulda olursan ol, bu yazımı okuduktan sonra, yaşam amacını bulup, hayal kurduğunu hayal ediyorum.

Başka bir yazıda buluşmak üzere, benimle yine yazının sonuna kadar geldiğiniz için zatıalinize müteşekkirim efendim…


Gittiğiniz her yere koşulsuz sevgiyi götürmeniz hayaliyle…

Görüşmek üzere…


Hicran ARIKAN

Şubat / 2021

1 Yorum


ilknur aniler
ilknur aniler
30 Eki 2022

Müthiş

Beğen
bottom of page